27 Aralık 2009

Gizemli sokaklar

Cumhuriyet Dergi 27.12.2009
VİYANA
AHMET ARPAD
 
Viyana'da akşamlarınızı operada, tiyatroda, operette, müzikalde geçirirsiniz. Sonra ara sokaklardaki şaraphanelerden birine uğrayıp, güzel şarabınızı yudumlarsınız. Gündüzleri ise kocaman parklarda, Osmanlı kuşatma yıllarından kalma daracık sokaklarda başıboş dolaşırsınız. Viyana insanı, Sultan Süleyman'ın askerlerinin çekilirken geride bıraktığı çuvallar dolusu kahvenin alışkanlığından kendini 300 küsur yıldır kurtaramamıştır. Keyfine ve rahatına düşkün Viyanalı saatlerini geçirir Demel, Gerstner, Sacher, Central, Landtmann, Mozart'ın salonlarında. Yazarlar, sanatçılar, aydınlar, işadamları sabah kahvaltılarını, öğle yemeklerini, akşamüstü çaylarını oralarda alır. Çoğu Avusturyalı yazarın romanına konu olan tarihi kahvehanelerin rahat koltuklarında iş görüşmeleri, sanat tartışmaları yapılır, kitap okunur, mektup yazılır. Arthur Schnitzler, Franz Werfel, Sigmund Freud günlerinin önemli bölümünü kahvelerde yaşamıştır. Orta Avrupa kültürünün yetiştirdiği edebiyatçıların en ünlülerinden Stefan Zweig da bir Viyana çocuğudur. Gençliğinde her gün saatler geçirdiği, dostları ile söyleştiği kent kahvehaneleri onun için de bir "okul" olmuştur. 
 
Operası, tiyatrosu, operetleri, müzikalleri ile Viyana kültür solur. İnsanları günbegün kültür ile iç içe yaşar. Bu Tuna kentinin sokaklarını arşınlayan, mağazaların, yapıların, taşların, heykellerin, loş dar geçitlerin, parkların kültür soluduğunu sezer. Günün geç saatlerinde Tuna kanalından operaya yapacağınız gezinti sizi bambaşka bir dünyaya götürür. Akşamın loşluğunda tarih ve gizem dolu dar sokakların taşlarında ayak sesinizi duyarsınız. Dükkân kepenkleri kapanmıştır. Kapı içleri karanlıktır. Sokak lambalarının güçsüz ışığında yanınızdan geçen tek-tük insanla irkilirsiniz. 
 
Kapatın gözlerinizi bir an için, dönün savaş sonrasının Viyana'sına. Köşebaşlarında karaborsacılar, kaçakçılar, kalpazanlar duruyor. Palto yakaları kalkık, eller cepte, kasketler çarpık, ağızlarda sigara. Yağmur çiseliyor. Birden "Üçüncü Adam" hızla köşeyi dönüyor. Şapkasını yüzüne indirmiş. Koşar adım "Café Mozart"a giriyor. Canavar düdükleri. Polis otomobilleri çevreyi sarıyor. Baskın var...
 
Kahvehanelerden, lokantalardan, şaraphanelerden sıcak bir ışık sızıyor. Masalarda konuşan, gülen, şarabını yudumlayan, gazetesini okuyan insanlar. Kaertner Caddesi'ne yaklaştıkça sokaklar renkleniyor. Binalar bakımlı, vitrinler pahalı. Buralar ıssız ve loş değil. Az ötede opera ışıl ışıl. Hotel Sacher'in kapısında dizi dizi siyah otomobiller. Loden paltolu beyler, kürk mantolu hanımefendiler yanınızdan hızlı hızlı geçiyor. Az ötede, operanın yan karşısında Hotel Bristol. Viyana ve Mozart âşığı Nadir Nadi Bey'le eşinin bu Tuna kentine her gelişlerinde indikleri tarihi otel. Siz girin Hotel Sacher'den içeri, rahat koltuklara kurulup, ısmarlayın kendinize ünlü çikolatalı pastadan bir porsiyon. Az ötedeki masaya çöreklenmiş dört erkeğin gürültüsünü önemseyip, sakın keyfinizi kaçırmayın. Konuştukları dile bakılırsa Doğu Avrupalı işadamları olacaklar. Tabii Slovakya sınırının az ötesindeki Bratislava'da her türlü işi çevirip, Viyana ormanlarındaki, Grinzing ve Kahlenberg'deki ucuza kapattıkları tarihi villalar, köşkler ve saraycıklarda yaşayan Rus zenginleri de olabilir...
 
www.ahmet-arpad.de

11 Aralık 2009

Burhan Arpad, Avusturya Edebiyatı ve Bugün...

Cumhuriyet 11.12.2009
ODAK NOKTASI 
AHMET CEMAL 
 
Gazeteci, yazar, çevirmen, kültür insanı Burhan Arpad aramızdan ayrılalı on beş yıl olmuş... 
Benim gözümde Burhan Arpad, kuşağının başkaca bazı adlarıyla birlikte, bugünkü kuşaklara yeterince aktarmayı başaramadığımız kültür insanlarımızdandı. Aktarılamadı ya da aktarılması "yeğlenmedi", çünkü kuşağının bazı temsilcileri gibi, o da "gürültücü" olmayı bilinçli olarak seçmeyenlerdendi. Burhan Arpad, hemen hiç "ortalarda gözükmedi". Onun misyonu, her çağrıldığı yere gitmek değil, fakat köşesinde sessiz bir karınca gibi çalışmak, üretmek, üretmekti. Ne zaman evine telefon etsem ve telefonu muhterem eşi açsa, "Bir dakika, geliyor efendim!"in ardından, merdivenlerden inen terlik seslerini duyar; "İşte yine çalışmadan geliyor" derdim. 

Benim için hep bir köşeye çekilmişliğin, üretmek için dış dünya ile arasına bir perde çekmişliğin simgesi olarak kalan o terlik seslerinin içimde hep çalışma özlemi uyandırdığının bilincine çok sonra varacaktım. 

Burhan Arpad, üretimine hayatının sonuna kadar kendi türettiği bir ahlakı da egemen kılabilmiş ve bu ahlaktan -kimi zaman nice güçlükler pahasına da olsa- asla ödün vermemiş bir insandı. Almancadan çevirmeyi seçtiği Thomas Mann ve Stefan Zweig gibi yazarlar, evrensellikleri ve "dünya vatandaşlıkları" nedeniyle adeta Burhan Arpad'ın ülkemizin düşünce hayatı için öngördüğü birer örnek gibiydiler. 

Çevirmenliğinde ve kültüre bakışında Orta Avrupa, bu arada da özellikle Avusturya, Arpad için üretken zemin hazırlayıcı bir kozmopolitliğin (çokkültürlülüğün) ideal merkeziydi. Arpad'ın, ölümünden yıllar sonra "Son Avrupalı" diye nitelendirilmeye başlanan Stefan Zweig'ı onca sevmesinin nedenini de kanımca burada aramak gerekir. 

Burhan Arpad, özellikle yetmişli ve seksenli yıllarda, Avusturya edebiyatının ülkemizdeki elçiliğini yapma bağlamında, İstanbul'da uzun yıllar Avusturya Kültür Temsilcisi ve Kültür Ataşesi olarak görev yapan Prof. Hans E. Kasper'in şahsında çok değerli bir ‘müttefik' bulmuştu. Çünkü çokkültürlülüğün gerçek bayraktarlarından biri olan Prof. Kasper, burada görev yaptığı sürece o zamanlar Teşvikiye'de, Belveder Apt. 101/2 adresinde bulunan Avusturya Kültür Ofisi'ni iki kültürün gerçek anlamda buluştuğu bir mekâna dönüştürmeyi hep en önemli misyon saydı. Bu arada, Avusturya edebiyatından dilimize yapılan her çeviriyi her iki kültür iklimini yakından ilgilendiren ve etkileyen bir "kültür olayı" niteliğiyle çarpıcı kılmayı da çok iyi başardı. Burhan Arpad'ın, Zweig'dan yaptığı çevirilerle ilgili konferansları, Avusturya edebiyatından bütün çevirilerini bir araya getiren sergi, 1983'te, Kafka'nın 100. doğum yıldönümü nedeniyle düzenlenen zengin içerikli toplantılar ve sergiler, Elias Canetti'nin dilimize çevirdiğim "Körleşme" romanı yayımlandığında, yazara ve kitaba ait tanıtım konuşmasını yapması için Avusturya Edebiyat Derneği Başkanı, yazar ve eleştirmen Dr. Wolfgang Kraus'un İstanbul'a davet edilmesi, Prof. Kasper'in kültür politikasında edebiyata tanıdığı ağırlığın göstergeleridir.  

Ne var ki, Prof. Kasper'in ardından halefi Dr. Erwin Lucius'un da hız kesmeden sürdürdüğü bu edebiyat ilişkileri, son yıllarda epey tavsadı. Sezer Duru'nun çok değerli çabalarıyla, 20. yüzyılın en önemli yazarlarından Avusturyalı Thomas Bernhard'ın çevrilmesi, gerçekten güç eserlerinin peşpeşe dilimize aktarılması, Robert Musil'in başyapıtı "Niteliksiz Adam"ın ikinci cildinin ilk baskısının ülkemizde çıktığı gün tükenmesi, Avusturya kültürünü ülkemizde temsil etmekle görevli makamları nedense pek ilgilendirmedi. Son olarak, 17 Kasım'da, hemen hiç boş yerin kalmadığı Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu'nda düzenlenen "Niteliksiz Adam"a ait "Okuma Akşamı"nda da aynı ilgisizliğe tanık olunca, Bernhard'ın ve Musil'in "muhalif" yazarlar olmalarının bu ilgisizlikteki olası payını ister istemez düşündüm...

6 Aralık 2009

İsviçrelinin din korkusu

Cumhuriyet, Dergi 06.12.2009 
AHMET ARPAD
STUTTGART
 
İsviçre'de yapılan referandumda seçmenlerin yüzde 57'si minare yasağını destekledi. Aşırı sağcı ve göçmen karşıtlarının zaferi olarak değerlendirilen sonucu Alman politikacıları ve basını: "Büyük sürpriz, skandal, utanılacak bir durum" olarak yorumladı. İsviçre hükümeti ve parlamentosunun referandum öncesi: "Din özgürlüğüne aykırı," demesini tutucu İsviçre insanı umursamadı. Özellikle Alman İsviçresi'nde oylar aşırı sağcılara gitti! Bu Alpler ülkesinin yabancılarla arası tarih boyunca pek iyi olmamıştır. Yetmiş küsur yıl önce Hitler'den kaçan Alman komünistleri ile 25 bin Yahudiyi sınır kapılarından geri çevirmişti. Çoğunun yaşamı toplama kamplarının gaz odalarında son bulmuştu. Almanya'da ve işgal ettikleri ülkelerdeki Yahudilerin altınlarına el koyan Nazilerin tonlarca külçeyi İsviçre kasalarında gizlediklerini de unutmamak gerek. 
 
Liberal ve demokratik Almanya'ya gelince. "Ülkemizde din özgürlüğü vardır, onlara karışamayız" diyen her renkten politikacının son yirmi yılda açık seçik destek verdiği sayısız İslami dernek ve üst kuruluş istediği gibi at koşturuyor. Resmi verilere göre Almanya'da yaşayan Müslümanların en çok yüzde yirmisini temsil eden bu sözüm ona dinciler açtıkları camilerde, Kuran kurslarında yatılı okullarda her yıl on binlerce çocuğumuzu imam eğitiminden geçiriyor. Alman Anayasası'nın 4. ve 6 maddeleri yedi, sekiz yaşlarında kızların başörtüsü ile okula gitmesine olanak tanıyor. Afrika'nın, Asya'nın kimi ülkesinde gördüğümüz Türk liseleri son on yılda artık Almanya'da da birbiri ardına kuruluyor! Bu ülkede kiliseler kapanıyor, camiler açılıyor. Türk Kültür Enstitüleri ise bir türlü açılmıyor! 1970'ten bu yana irili ufaklı, üç bine yakın mescit ve cami inşa edildi, yüzlerce kilise kapandı. Örneğin Stuttgart'ta her 1000 Türk'e bir cami, her 3000 Alman'a bir kilise düşüyor. Siyasi partilerle Protestan ve Katolik kiliselerinin yıllar boyu verdiği destekle güçlenen İslamcı kuruluşlar işsiz insanlarımıza kucak açtı, onların Alman toplumundan iyice kopmasına neden oldu. Uyum karşıtı bu gelişmeler ülkede yabancı düşmanlığını körükleyen nedenlerden biri sayılır. 
 
İsviçre'deki referandumun hemen ardından Alman Hıristiyan Demokratları adına açıklama yapan milletvekili Wolfgang Bosbach: "Gittikçe daha çok insanımız aşırı İslamdan korkuyor, referandum yapılsa bizde de böyle bir sonuç çıkabilir," dedi. Önce tarikatçıların İslamını yıllarca destekle, onlara kucak aç, ardından da böyle konuş! Şaşırmamak gerek, ne de olsa politikacı...
 
Acaba şimdi İsviçre insanı, tarikatların Almanya'da yıllarca "din özgürlüğü" kisvesi altında nasıl at koşturduğunu gördü de, benzerinin ülkesinde de yaşanmasından, toplumun İslamlaşmasından korktuğu için mi böyle kullandı oyunu? Tabii İsviçre'de yabancı düşmanlığı tohumlarının daha çok yeşermesini isteyen aşırı sağcı girişimciler tutucu insanların bu korkusundan yararlanmış da olabilir! Özellikle Alman İsviçresi'nde zengin işadamlarının desteklediği, milyarder Christop Blocher'in yönlendirdiği İsviçre Halk Partisi (SVP) "minareye hayır" kampanyasına açıkça destek verdi. Unutmadan şunu da belirtmek gerek, İsviçre'deki referandum sonucunu şiddetle eleştiren Almanya camilere minare yapımına izin veriyor, fakat nedense "kısa yaparsan veririm" diyor. Böylece tuhaf görünümlü, gözü rahatsız eden orantısız yapılar ortaya çıkıyor.
 
www.ahmet-arpad.de

3 Aralık 2009

40 yıllık çeviri serüveni...

Cumhuriyet 03.12.2009
BURHAN ARPAD'I ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE OĞLU AHMET ARPAD ANLATIYOR
OSMAN ÇUTSAY 
 
FRANKFURT - Türk edebiyatına dışarıdan 'temiz hava' taşıyan bir kuşağın önde gelen adlarından Burhan Arpad, ölümünün 15. yıldönümünde anılıyor. Yazarımız Ahmet Cemal'in bir yazısında "Almancadan yapılan çeviriler bağlamında Burhan Arpad, hep önder, çilekeş ve nitelikten ödün tanımaz bir ad olarak kaldı. Stefan Zweig ve Thomas Mann kıratında yazarlardan yaptığı çeviriler bugün de basılmakta" sözleriyle tanımladığı Arpad'ın yaşamı ve çabasının sonuçlarını Stuttgart'ta yaşayan oğlu yazar ve çevirmen Ahmet Arpad yorumladı. 

- Burhan Arpad kendi özgün kitapları dışında, özellikle Alman edebiyatının başyapıtlarını Türkçeye kazandırmasıyla ünlüdür. Sizce Burhan Arpad'ın Türkçedeki çeviri edebiyatı içinde nasıl bir yeri var? 
- Burhan Arpad Alman edebiyatından yaptığı çevirilere 40'lı yılların başında Stefan Zweig'ın ünlü 'Yıldızın Parladığı Anlar' eseri ile başladı. Hasan Âli Yücel'in o yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak kurduğu ve dünya klasiklerini Türkçeye kazandırdığı Tercüme Bürosu'nun çalışmaları kapsamında Eschenbach'ın bazı eserlerini de çevirmişti. Zaten kurduğu Yokuş ve ABC yayınevlerinin yayın programı ağırlıklı çeviri edebiyatıdır. 50'li yıllarda mesleki ağırlığını gazeteciliğe ve köşe yazarlığına verse de, Stefan Zweig ve Erich Maria Remarque'ın sayısız ünlü eserini dilimize kazandırmaya devam etti. Türk okuru 20. yüzyıl Avrupası'nın insancıl ve savaş karşıtı bu yazarlarını onun sayesinde tanıdı. Çevirdiği kitaplar ölümünün ardından yayımlanmaya devam ettiğine göre sonraki kuşaklar tarafından da beğeniliyor demek. 

- Burhan Arpad, Alman edebiyatının Türk edebiyatı üzerindeki etkisini nasıl görüyordu? 
- Burhan Arpad Batı edebiyatının antifaşist ve toplumcu eserlerini Türk okurunun mutlaka tanıması gerektiğine inandığı için Zweig ve Remarque dışında Thomas Mann, Anna Seghers, Hans Behrend, Fritz Habeck, Dimov, Kalçef ve Silone gibi yazarları da dilimize kazandırmayı bir misyon kabul etmişti. Burhan Arpad'ın kırk yılı bulan çeviri çabaları bence şu sonucu vermiştir: Türk okuru Alman edebiyatının değerli eserlerini onun çevirileriyle tanımıştır. 

- Babanızın açtığı yolda yürüyorsunuz, roman ve öyküleriniz, gazete yazılarınız dışında, Almancadan Türkçeye çok sayıda kitap da çevirdiniz. Siz bugün geldiğimiz noktada, iki edebiyatın ilişkilerini nasıl görüyorsunuz? 
- Günümüzde modern Alman edebiyatından Türkçeye eskisine göre az çeviri yapılıyor. Çünkü Alman edebiyatı savaş yıllarında aldığı derin yarayı kapatamadı, toplum az önce sözünü ettiğimiz yazarlara eşit değerde yazarlar çıkaramadı. Bugün Alman yayınevleri modern yazarlarımız dışında Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar, Sabahattin Ali ve Sait Faik Abasıyanık'a daha çok ilgi duyuyorsa iki edebiyat arasındaki ilişki ters yönde de başarılı olmaya başlamış demektir. Çağdaş Alman edebiyatı ile çağdaş Türk edebiyatının birbirlerini etkilediğini henüz söyleyemeyiz. Bu bence yeni başlamış bir süreç.