18 Şubat 2007

Uygarlıkların doğduğu topraklar

Cumhuriyet 18.02.2007
AHMET ARPAD
STUTTGART

Karlsruhe'de çok önemli bir sergi açıldı 20 Ocak'ta. Şanlıurfa yakınlarındaki Göbeklitepe'de 1995'ten bu yana çalışmalarını sürdüren Alman Arkeoloji Enstitüsü arkeologlarının gün yüzüne çıkardığı yapıtlar, insanlığın en eski anıtları!
 
"12 bin yıl önce Anadolu'da ­ İnsanlığın en eski anıtları" gerçekten olağanüstü bir sergi. İnsanlığın o günlerde tarihinin en önemli adımını atmış olduğunu gözler önüne seriyor. Bundan 12 bin yıl önce bu yörede yaşayan Neolitik çağ insanları göçebeliği bırakıp köyler kurmuş, yerleşmişler. Avcılıktan çiftçiliğe ve hayvancılığa geçerek de insanlık tarihinde bir dönüm noktasını gerçekleştirmişler, kısacası bir devrim yaratmışlar. Toplum yaşamındaki bu önemli değişim olmadan günümüzdeki yaşam gerçekleşemezdi. İşte Göbeklitepe'de bulunanlar bu devrimsel değişimin kanıtlarıdır. Anadolu'da mağara yaşamını bırakarak tarıma başlayan o insanlar insanlık tarihinde bir dönüm noktası gerekleştirmişlerdi. Göbeklitepe kazıları Anadolu'daki en eski anıtsal kült yapılarını, insanlığın ilk büyük yerleşimlerini, tapınağını, hayvanların evcilleştirilmesi ile tarımın başlangıcını belgeliyor. Hatuşa ve Troia'nın ardından, gerek Göbeklitepe, gerekse Çatalhöyük ve Nevali Çori'de bulunanlar, dünyanın en eski yerleşimlerinin Anadolu topraklarında olduğunu kanıtlamıştır. Avrupalı artık şunu da kabullenmektedir: İleri uygarlığın çıkış noktası yüzyıllardır sanıldığı gibi eski Yunan değil, şimdi üzerinde yaşadığımız Anadolu'dur.
 
12 bin yıl önce yerleşik olmuş insanların Göbeklitepe'de inşa ettiği tapınağın beş metreye varan T biçimindeki, üzerinde tilki, yılan, akbaba ve akrep gibi çeşitli hayvan figürleri olan dikilitaşların kopyaları da Karlsruhe'de sunulan önemli eserlerden. Sergideki buluntular çağ insanlarının nasıl yaşamış olduğunu gözler önüne seriyor. Yerleşim, gıda, ticaret, avcılık, tarım, hayvancılık, din ve el sanatlarından örneklerle Göbeklitepe resmin taşa ilk kazındığı yer, dünyanın ilk tapınağının bulunduğu yerleşim, Adem ile Havva'nın cennetten atıldıktan sonra görüştükleri ilk mekân! Şanlıurfa yakınlarındaki Örencik köyünün Göbeklitepe'sinde 80 bin metrekarelik alanda yer üstüne çıkarılanlar yerleşik bilgileri altüst edici buluntular... Alman arkeologların Göbeklitepe'den daha çok beklentileri var. Almanya Cumhurbaşkanı Horst Köhler ile Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 'in himayesinde Karlsruhe Sarayı'nda açılan sergiye Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç "işi çıktığı" için katılıp öngörülen konuşmasını yapmadı. Çoğunluğu Türkiye müzelerinden getirilmiş 450 eser, Göbeklitepe, Nevali Çori, Çatalhöyük, Hacılar, Çayönü ve Köşk kazılarında bulunmuş yapıtlar. Göbeklitepe yapılarının günümüze dek özelliklerini yitirmeden kalmalarının nedeni, o çağ insanlarının anıtların üzerini kapatarak yöreyi terk etmiş olmaları.
 
Karlsruhe'de su şıralar bir başka ilginç sergi daha kapılarını açtı ziyaretçilere. 10. yüzyıldan günümüze İslam seramikleri. Göbeklitepe sergisi gibi bu sergiyi de düzenleyen Baden Eyalet Müzesi yetkilileri, tanıtımda, "Eski Mısır, Babil ve Pers toprak sanatlarından etkilenmiş olan Ortadoğu seramikleri, sonraki yüzyıllarda Avrupa'da fayans ve seramik sanatının gelişmesinde büyük rol oynamıştır" diyor.
 
www.ahmet-arpad.de

9 Şubat 2007

Kurtulmaya Çabalarken Daha Çok Batıyorlar

Cumhuriyet 09.02.2007
ARADA BİR
AHMET ARPAD
Türkiye'de demokrasi Demokrat Parti'den bu yana sık sık askıya alınmıştır. Hele 12 Eylül cuntacılarının ardından çok şeyden vazgeçmek zorunda bırakıldı insanımız. Sadece demokrasiden mi? Sosyal haklarından da, insan haklarından da. Hiçbiri doğru dürüst geri dönemedi. Yok olan sendikalaşma da giderek iyice tabana vurdu. Bıkkın insanlar toplumu 12 Eylül'den bu yana sürekli büyüdü. Gün geçtikçe esnekleşen demokrasi günümüzde artık yolunmuş tavuğu andırıyor! Şu sıralar Meclis'e çöreklenmiş AKP iktidarının da ülke çoğunluğuna olumlu hiçbir şey getirmediği tartışılmaz bir gerçek. Dış güçlere borçlu ve de gebe bir yönetim Türkiye'nin başında hep olmuştur. Ancak dini vitrine çıkarıp, onu tepe tepe kullanan bu defaki gibisi hiç görülmemişti! Milleti ümmet, vatandaşı kul yapmak isteyenlerin başbakanı uluorta, "Türkiye modern bir İslam devletidir" diyebiliyor. Görevi gereği çekimser olması şart Meclis Başkanı ikide bir söyledikleri ile sanki iktidar partisinin reklamcılığını yapıyor. Demokrasinin işlediği ülkelerde böyleleri çoktan görevden alınırdı.

Türkiye Menderes' ten bu yana kötü politikacı çok gördü. Politikanın içinden gelen, "çekirdekten politikacı" ender çıktı. Bencil olmayanı, ödün vermeyen halkçısı, dürüstü, yetenekli aydını hep parmakla gösterildi. İnsanına dönük politika yapmasını bilmeyen, beceremeyen, girişimleri toplumdan uzak, toplumdan kopuklar ise doldurdu Meclis koridorlarını! Yine de şimdikiler gibisi hiç gelmemişti başımıza. Girişimleri ile, hele son bir yıl içinde yaptıklarıyla toplumu bir iç gerilimin eşiğine getirdiler. Sürekli gündemi saptırarak, tartışma ortamı yaratarak, kimi yerde tozu dumana katarak kamuoyunu sarsmaya hâlâ devam ediyorlar. Sadece Meclis'teki milletvekilleri azar yemiyor, yargı üyeleri, rektörler, işçiler, köylüler, köşe yazarları da "saldırı" dan payını alıyor! Ülke insanını karşısına almış "yöneticiler" artık köşeye sıkıştıklarının farkındalar. Ancak onlar şu sıra kellelerini kurtarmak isterken, hata üzerine hata yapmaya, çevrelerine kin kusmaya, kabadayılığa, önüne geleni kışkırtmaya devam ediyorlar. Teksaslı "kovboy"un Irak'ta nasıl bir batağa saplandığı, kurtulmaya çabalarken nasıl daha çok dibe gittiği, kendini politikacı sanan herkese örnek olmalı! Bizimkilere olmuyor galiba?
 
Yarım yüzyıldır uğraşıyor birileri ülkemizle. Türkiye'de onlarca yıldır bölücülük görevi üstlenmiş "misyoner" kişiler olduğu bilinen bir gerçek. Bunların özellikle 12 Eylül'den günümüze daha sık "göreve getirildiği" de sır değil. Görünmeyen birileri başa getirdiği "politikacıları" hep oradan buraya piyon taşları örneği sürüp durdu. 2002'de olduğu gibi, kurulur kurulmaz seçim kazanan parti hiç görülmedi Türkiye'de! Çimentosu çok güçlü ki Atatürk 'ün cumhuriyetini, bir türlü yıkamadılar bizi! Türk insanının dinamizmi sağlam, birlikte yaşama kararlılığı sonsuz. Bu nedenle gelecek seçimlerde mutlaka bir aydınlar ittifakı gerekli! Ortak güçler doğru yönlendirilmeli. Çıkar mı dersiniz, yepyeni bir lider seçimler öncesindeki şu süreçte? Niçin gerçekleşmesin bu düş, belki de yakındaki cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen ardından? İçine düştüğümüz anafordan kurtulmak için yaratıcı toplumsal dinamik kendini göstermeli. İnsanımız 1923 Devrimi'ne dört elle ve bilinçle sarıldığı anda ülke kendini bataklıktan çıkarıp kurtaracak, olumlu bir değişme sürecine girecektir. Türkiye'nin kaderini belirleyecek sonbahar seçimlerine ülkenin demokratları, gerçek aydınları, gerçek laikleri, yepyeni, çoğunluğun sevdiği ve saydığı ortak bir liderle gitmeli, yönetime mutlaka "el koymalı" ... Topluma huzur, bireylere refah getirmeyen, tepemize çöreklenmiş politikacıların ne işi var Türkiye'de? İnsanımıza yararlı olmayan bu insanların arkasında güçlü bir dış destek filan mı var ki, bir türlü kurtulmadık onlardan!

4 Şubat 2007

Hitler'in peşinde Volga kıyılarına

Cumhuriyet 04.02.2007
AHMET ARPAD
STUTTGART

"Versay Antlaşması ülkemiz için yüz karası! Seksen milyon insana dar geliyor ülke, doğuda yeterince toprak var, gidelim, alalım o toprakları! Yerleşsin genç çiftçiler oralara... Gözün alabildiğine verimli topraklar. Ay çiçeği tarlaları dolu Ukrayna!" Bu gibi sözlerle kandırmışlardı insanları. Yitirilen Birinci Dünya Savaşı, Fransa'nın Ruhr havzasını işgali, Versay Antlaşması, işsizlik, değer yitiren para, fakirleşen toplum... Hepsinin de suçlusu komünistler, sosyal demokratlar, Yahudiler, yabancıların Alman kültürüne zararlı etkileri, antifaşist yazarlar... Tümünün altında ezilen Germen insanı ve onun değerleri. Ülkenin bu sorunlarına, akıllı bir iç ve dış politika, zeki yöneticiler, ileriyi gören politikacılarla çıkar yol bulunabilirdi. Fakat hiçbir zaman savaşla... 1940 Mart'ında doğu cephesine sevk emrim çıktığında 29 yaşındaydım. Bir tank birliğinde yazıcı er olarak yolladılar beni. Savaşta ilk aylarımı güney Çekoslovakya'da geçirdim. Ardından Polonya'ya girdik ve ben 1945'te Hitler orduları teslim bayrağını çekene dek bir oraya, bir buraya yollandım durdum. Tüm Doğu Avrupa toprakları, Rusya cepheleri, ta Volga kıyıları. Hep savaşanların peşi sıra gittim. Ve 1945'te peşimizde bizi kovalayan Ruslar, yine döndüm Almanya'ya.
 
1933'ten öncesini yaşamamışlar Almanya'nın başına bir Hitler'in niçin geçmiş olduğunu, bu adamın niçin başka ülkelere saldırdığını kolay anlayamaz. Bunun nedenleri sadece yitirilmiş bir dünya savaşı, Versay Antlaşması'nın getirdikleri, ya da toplumun büyük kesimlerinin çökmüş bir imparatorluğa duyduğu özlem değildi. Büyük ekonomik kriz, milyonlarca işsiz, paranın değer yitirmesi, insanların hızla fakirleşmesi toplumda radikal görüşlerin önünü açmıştı. Özellikle 1930'lu yılların başlarında Alman insanı ülkeye komünizmin gelmesinden her geçen gün daha çok korkmaya başlamıştı. Almanya'da korkunun sürekli arttığı böyle bir ortamda ülkeye artık huzur getirecek, insanları komünizm tehlikesinden koruyacak "güçlü bir yönetici" özlemi de giderek daha çok artıyordu.
 
... Şimdi, 96 yaşıma bastığım bugün, villamın terasında oturmuş kış güneşinde ışıldayan Ren nehrini seyrediyor, anılarımda onlarca yıl öncesine dönüyorum. Hele son zamanlarda nedense daha sık gençliğimi, askerlik yıllarımı, çoğu artık bu dünyadan göçmüş arkadaşlarımı anımsıyor, cepheden sağ döndüğüm ve bu yaşıma ulaştığım için dua ediyorum. Özlenen "kurtarıcı" 1933'ün Ocak ayında Almanya'nın başına geçti. İlk yıllarda onu coşkuyla kucaklayanlardan biri de bendim. Ancak kısa süre sonra coşkum sönüvermişti. Çoğu yaşıtım, kimi zorla, kimi isteyerek partiye yazılırken ya da Nazi hücum kıtası SA'ya alınırken ben her ikisinden de uzak durmuştum. Bir süre direnmiştim. Şimdi o günlere döndüğümde 1930'lu yılların ortasında Hitler'e olan coşkumun nedenlerini daha iyi kavrıyorum. O günlerde Hitler bizler için yüzyılın dâhisi; batağa saplanmış, son günlerini yaşayan Almanya için büyük "kurtarıcı" idi! Savaşta yaşananların ardından onun için, "İnsanlık tarihinin gelmiş geçmiş en müthiş katiliydi!" demek çok kolay. İlk yıllarında ondan "harikalar" beklemiş biz genç insanları bugün suçlamak bence çok yanlış.
 
... 1941'de Doğu Avrupa topraklarında ilerliyoruz. Görev yaptığım tank birliği Doğu Prusya'yı ele geçiren ilk kuvvetlerden biri. Komutanlarımız sürekli, "Biz bu savaşı Rus insanına karşı yapmıyoruz" diyor. Bolşeviklere karşı savaşıyor Alman orduları! Biz saldırmasaydık, sınırda bekleyen Kızıl Ordu önce Almanya'yı, ardından da tüm Avrupa'yı ele geçirecek! Ne derece doğru bilemiyorum anlattıkları. Fakat çoğumuz inanıyoruz komutanlarımıza. Birlikler Rusya içlerine ilerledikçe savaşın bütün dehşetini daha iyi görüyorum. Havaya uçmuş, parçalanmış Rus tankları, top arabaları, kamyon ve cipleri. Geçtiğimiz her yerde yakılıp yıkılmış köyler, kasabalar, kentler... 1941 Temmuzu'nun ilk günlerinde Verenov'da beklemedeyiz. Radyoda Hitler, "Rus cephesinde zor günler geride kaldı" diye bağırıyor. Geçtiğimiz her yerde Rus insanı askerlerimizi sevinçle karşılıyor. Çoğunun gözünde biz Almanlar kurtarıcıyız! Sonra Rus kışını yaşıyoruz. Metrelerce karın altında yollar, tarlalar, evler, ırmaklar buz. 1942'in ilk günlerinde hava biraz yumuşuyor. Smolensk yönünde ilerliyor birlikler. Düşman ağır silahlar ve paraşütlerle Yarzeva-Smolensk yolunu kontrol ediyor. Dört yandan sarıyorlar bizi. Üç tank birliği çember içinde. 121 ve 594 numaralı bölükler yardıma geliyor. Kayıplar büyük. Aradan yıllar geçiyor. Ben, yazıcı er Erwin , bir oraya, bir buraya yollanıyorum. Sonra Hitler orduları çekilmeye başlıyor. Dönüş yolundasın, diyorum kendi kendime. Yine Polonya, yine Doğu Almanya, peşimizde hep Ruslar. Bir gün, savaş bitti, diyorlar. Ruslardan kurtulup Amerikalılara esir düşüyorum. 3 ay sonra özgürlüğüme kavuşuyor ve 5 yıl sonra 31 Temmuz 1945 akşamı Ren Nehri'nin yamacındaki evimin kapısından içeri giriyorum. Şimdi aynı evin büyük terasında oturmuş, 96. doğum günümde dostlarımla sohbet ediyorum. Kışın ortasında yazdan kalma bir gün...
 
www.ahmet-arpad.de