Aydınlık Avrupa, 9 Kasım 2025
Ahmet Arpad
Sisler içinde mavi Tuna'nın kıyıları. Yamaçlarda üzüm bağları. Uzaklardan geçen trenin uzun düdüğü sabah sessizliğini bozuyor. Sislerin ardında güneş. Bugün hava güzel olacak Tuna kıyılarında. Regensburg'da.
* * *
Tepede bir tapınak. Büyük bir Yunan tapınağı. Yaklaşık 180 yıl önce Bavyera Kralı I. Ludwig'in kalıtı. 365 mermer basamak Tuna Nehri'ne ve ovaya bakan bu görkemli tapınağa çıkıyor. Alman ırkının ‘övgü tapınağı‘ Walhalla'ya Hitler; 6 Haziran 1937'de "Yapıtlarında Almanlık damarı var" dediği besteci Anton Bruckner'in büstünü koydurtmuştu. O gün yaklaşık 200 bin insan akın akın Regensburg ve tapınağa gelmişti. Törene 800 kişilik bir koro eşlik etmişti. Sonraki yıllarda Neonazilerin her 6 Haziran'da burada toplandığı biliniyor. Sislerin ardından güneş çıkıyor. Uzaklardan bir köprü görünüyor. Kocaman! Tıpkı önünde durduğum tapınak gibi. Çevresine hiç uymayan bir yapı.
Daha ötelerde, sisler arasında kilise kuleleri, tarihi yapılar, eski taş evler. Regensburg, 2000 yıllık bir kent. Taş köprüleriyle ve yapılarıyla, alanlarıyla, sokaklarıyla, buralarda yaşayan rahat, cana yakın insanlarıyla... Tarih ve gelenek adım başında, kiliselerin Gotik kulelerinde, evlerin taş kemerlerinde, daracık sokakların taşlarında.
Her şey tablo gibi
Roma Kralı March Aurel'in. İsa'dan 179 yıl sonra kurduğu Regensburg Ortaçağda Avrupa'nın en büyük ticaret, politika ve sanat kentlerinden biriydi. 1786'da Goethe burada haftalar geçiriyor. "Regensburg çok güzel bir yer" diye yazıyor gezi günlüğüne. Kentin biraz dışında yamaçlar bağlarla örtülü. Şaraplık üzüm yetişiyor buralarda, Romalılardan günümüze dek. Karaormanlar'dan gelen Tuna nehri Regensburg'da genişliyor, büyüyor. Kayaları yararak güneydoğuya yolunu sürdürüyor. Kendine vadiler açıyor. Düşler içindeki küçük köylerin, burçlu kalelerin, yüksek şatoların, sık ormanların arasından geçiyor. Her şey tablo gibi.
Regensburg'un taş sokakları gezmekle bitmiyor. Eski çağlarda at arabalarının geçtiği bu daracık sokaklar günümüzde her türlü araca kapalı. Sağ, sol eski yapı. Romalıların yaptığı; ortaçağın bozamadığı, dünya savaşlarında düşmanın bombalamadığı günümüz insanının da yolları genişletmek amacıyla yıkmadığı yapılar. Giriş katlarında dükkânlar, lokantalar, kahveler, butikler ve birahaneler. Hepsi de küçük ve sevimli.
Biraz ileride büyükçe bir alan. Orada bir heykel. Heybetli ve gururlu duruyor. Taş kaidesinde bu kişinin Avusturya prensi Don Juan olduğu yazıyor. Heybetli duruşunun nedeni, Kaptanıderya Müezzinzade Ali Paşa'nın şehit düştüğü 1571 İnebahtı Deniz Savaşı'nda Osmanlı donanmasını yenmiş olması olacak...
Sal yolculuğu keyif verici
Bu yörede Tuna'da güzel bir sal yolculuğu yapmak da mümkün. Az sonra Regensburg'a yarım saat ötedeki Weltenburg'dayız. Dalları sulara değen söğütler, upuzun sazlar, yemyeşil çayırlar, çoktan biçilmiş kara topraklı tarlalar kayıp gidiyor yanımızdan. Serin ve sıcak, yağmurlu ve kuru bir yazın ardından, arada sırada biraz serin de yapsa, güzel geçiyor güz güney Almanya'da. Her yer rengârenk, alışılmamış renkler örtüyor doğayı. Balıkçıl kuşları gökyüzünün mavisine yükseliyor, uçuyorlar güneşe. Kanatları saydam, tatlı sarı ışıkta pırıl pırıl. Göz alabildiğine çayırlar ötesinde bembeyaz kilisecikler, küçük köyler, yamaçlarda sarının her türlü tonunda korular...
"Almanya'nın nehirlerinde yapacağın bir sal yolculuğunda sindirirsin ruhuna bu doğa güzelliğini." Mark Twain'in 1880'lerde söyledikleri günümüzde de geçerli. Upuzun sal kayıyor Tuna'nın sularında. Üzerinde insanlar, neşeli. Küçük orkestranın New Orleans melodileri coşturucu. Ellerde kocaman bira bardakları, şarap kadehleri.
Sal birden hızlanıyor. Kıyıya doğru sürükleniyor. Salcılar uzun sopaları bütün güçleri ile kavrıyor. Neşeli insanlar susuyor. Caz devam ediyor. Söğütlerin suya değen ince dalları sala çarpıyor. Kadınlar bağrışıyor. Salcılar heyecanlı. Sular kaynıyor, uzun dallar arasından gurulduyor. Her yanda dalgalar, köpür köpür sular. Doğada bir hareket, bir haykırış. Yaban ördekleri havalanıyor sazlar arasından, bağıra çağıra, kanat çarpa çarpa. Güçlü erkekler salı kıyıdan uzaklaştırıyor.
Akıntı azalıyor, Tuna yine sakinleşiyor. Daralıyor. Çayırlar, yamaçlar kayboluyor, ağaçlar da yok artık. Suların içinden yükselen kayalar sanki tepemizde. Yukarılardan kuşlar iniyor, dalıyor sulara. İskele kuşu, martılar, başımızın üzerinde birkaç paçalı şahin! Buz gibi suların derinliklerinde alabalıklar, turnabalıkları, sazan balıkları, tekirler, uzunlevrekler, som balıkları. Kimi köşelerde sarıağızlar, yılan balıkları... Kayalardan kapı açılıyor, Tuna nehri genişliyor. New Orleans melodileri ile dans eden insanlar yine neşeleniyor. Son kıvrımı da geride bırakınca, sipsivri kuleli, bembeyaz, kocaman, sulara değecekmiş gibi çayırlarda yükselen Weltenburg manastırı karşımıza çıkıveriyor. Küçük iskelesine bağlı balıkçı kayıkları kıpkırmızı, yemyeşil, masmavi, sivri burunlu. Weltenburg 18. yüzyıldan kalma mükemmel bir Barok yapı.
Yolculuğun sonuna geldik. Sal ağır ağır, manastırın önünde uzanan çakıllara yanaşıyor. İnsanlar yorgun, fakat neşeli. Bardaklar, kadehler boş. Ancak tarihi ıhlamur ve kestane ağaçlarının gölgesinde, ünlü Weltenburg siyah birası bizleri bekliyor. Yudumlaması keyifli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder