tag:blogger.com,1999:blog-91732673690812051902024-03-13T19:16:41.067-07:00Ahmet ArpadKerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.comBlogger594125tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-13361376172126721092024-02-11T01:21:00.000-08:002024-02-13T01:22:18.689-08:00Tuna kıyısında bir gün...<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Cumhuriyet, 11 Şubat 2024</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Sisler içinde Tuna'nın kıyıları. Yamaçlarda üzüm bağları. Dik yolun iki yanı hafif kar kaplı. Uzaklardan geçen tren sabah sessizliğini bozuyor. Sislerin ardında güneş. Bugün hava güzel olacak Tuna kıyılarında. Regensburg'da.</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet Arpad / Almanya (Regensburg)</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Tepede bir tapınak. Büyük bir Yunan tapınağı. Yaklaşık 180 yıl önce Bavyera Kralı I. Ludwig'in kalıtı. 365 mermer basamak Tuna Nehri'ne ve ovaya bakan bu görkemli tapınağa uzanıyor. Alman ırkının "övgü tapınağı" Walhalla'ya Hitler; 6 Haziran 1937'de "Yapıtlarında Almanlık damarı var" dediği besteci Anton Bruckner'in büstünü koydurtmuştu. O gün yaklaşık 200 bin insan akın akın Regensburg ve tapınağa gelmişti. Törene 800 kişilik bir koro eşlik etmişti. Sonraki yıllarda Neonazilerin her 6 Haziran'da burada toplandığı biliniyor. Sislerin ardından güneş çıkıyor. Uzaklardan bir köprü görünüyor. Kocaman! Tıpkı önünde durduğum tapınak gibi. Çevresine hiç uymayan bir yapı. Bu, yüzyılın Bavyera Kralı (!) Franz Joseph Strauss'un Regensburg'lulara armağan ettiği karayolu köprüsü.<br /><br />Daha ötelerde, sisler arasında kilise kuleleri, tarihi yapılar, eski taş evler. Regensburg, 2000 yıllık bir kent. Taş köprüleriyle ve yapılarıyla, alanlarıyla, sokaklarıyla, buralarda yaşayan rahat, cana yakın insanlarıyla... Tarih ve gelenek adım başında, kiliselerin Gotik kulelerinde, evlerin taş kemerlerinde, daracık sokakların taşlarında. <br /><br /><b>MOZART DA BURADAYDI</b><br /><br />Roma Kralı March Aurel'in. İsa'dan 179 yıl sonra kurduğu Regensburg Ortaçağda Avrupa'nın en büyük ticaret, politika ve sanat kentlerinden biriydi. 18. yüzyılda Mozart yaşamının bir bölümünü severek burada geçiriyor. 1786'da Goethe, "Regensburg çok güzel bir yer" diye yazıyor gezi günlüğüne. Kentin biraz dışında yamaçlar bağlarla örtülü. Şaraplık üzüm yetişiyor buralarda, Romalılardan günümüze dek.<br /><br />Karaormanlar'dan gelen Tuna Nehri Regensburg'da genişliyor, büyüyor. Kayaları yararak güneydoğuya yolunu sürdürüyor.<br /><br />Kendine vadiler açıyor. Düşler içindeki küçük köylerin, burçlu kalelerin, yüksek şatoların, sık ormanların arasından geçiyor. Her şey tablo gibi. Regensburg'un taş sokakları gezmekle bitmiyor. Eski çağlarda at arabalarının geçtiği bu daracık sokaklar günümüzde her türlü araca kapalı. Sağ, sol eski yapı. Romalıların yaptığı; ortaçağın bozamadığı, dünya savaşlarında düşmanın bombalamadığı günümüz insanının da yolları genişletmek amacıyla yıkmadığı yapılar. Giriş katlarında dükkânlar, lokantalar, kahveler, butikler ve birahaneler. Hepsi de küçük ve sevimli.<br /><br />Biraz ileride büyükçe bir alan. Orada bir heykel. Heybetli ve gururlu duruyor. Taş kaidesinde bu kişinin Avusturya prensi Don Juan olduğu yazıyor. Heybetli duruşunun nedeni, Kaptanıderya Müezzinzade Ali Paşa'nın şehit düştüğü 1571 İnebahtı Deniz Savaşı'nda Osmanlı donanmasını yenmesi olacak...<br /><br />mail@ahmet-arpad.de</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-44071387692056607142024-02-11T01:20:00.000-08:002024-02-13T01:21:32.528-08:00Tuna Kıyısında Keşişler...<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24, 11 Şubat 2024</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet Arpad</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Arka arkaya dizilmişler. Alacalı bulacalı, rengârenk bir kolye örneği. Austin, Mercedes, BMW, Fiat, Borgward. Çoğu İsviçre plakalı. Eski, antik, "oldtimer". En yenisi 1958 modeli. Kimilerinin üzeri açık. Direksiyonda oturanlar da giysilerini otomobilin yaşına uydurmuş. Yirmiye yakın, göz kamaştırıcı, yüreği hoplatan bir dizi oldtimer, Karaormanlar'da günlük tura çıkmış. Tuna kıyısında trenin geçmesini bekliyorlar. Doğada güzün ilk belirtileri. Günlerden pazar. Güneşli, hafif serin bir havada insanlar akın akın gelmiş yöreye. Otomobilleriyle gelenler var. Kilometrelerce öteden pedala basan bisikletliler de. Ormanlarda, Tuna kıyısında uzun yürüyüşe çıkmışlar, kanolarıyla suları arşınlayanlar, çimenlerde top oynayanlar, balık tutmaya çalışanlar da var. Kısacası yöreye gelen herkes gününü gün ediyor.<br /><br />Az sonra Beuron Manastırı'nın kapısındayız. Manastır Tuna'nın batı yönündeki Donaueschingen'de yeryüzüne kavuşan kaynağına sadece 58 km ötede. Kapıyı açan Peder Martin gülümsüyor. Koyu kahverengi cüppesi yerlere kadar. "Hoş geldiniz", diyor. Manastırı gezdirmeyi kabullendiği için teşekkür ediyorum. Yüksek duvarlar ardındaki Beuron Benedikt Manastırı ziyaretçilere kapalı. Telefonda: "Türk, gazeteci, Müslüman..." deyince, nasılsa zorluk çıkarmamışlardı. Tuna kıyısına Benedikt rahipleri 1862 yılında ayak basmış. Kökleri 6. yüzyıl İtalyasına uzanıyor, manastırlarının, kiliselerinin olmadığı kıta yok.<br /><br />"Kudüs'teki kilisemiz, Württemberg prensesinin 1906 yılında yaptığı İstanbul ziyareti sırasında zamanın Osmanlı padişahının vermiş olduğu izinle kurulmuştur", diye anlatıyor Peder Martin. "Kudüs Benedikt Kilisesi'nin temellerini atan, manastırımızın rahipleridir." <br /><br />Uzun, ıssız koridorlarda yürüyoruz, kocaman, bomboş iç avlulara çıkıyoruz. Arada sırada yanımızdan kayar gibi geçen başları önünde rahipler gülümseyerek şöyle bir selam veriyor. Peder anlatmaya devam ediyor: "Burada şimdi 30 rahip yaşıyor. Marangozluktan aşçılığa, hepsinin bir görevi var. Boş zamanlarını tek başlarına yaşadıkları hücrelerde Tanrı ile baş başa geçiriyorlar."<br /><br />Tam bir keşiş yaşamı! "Rahip olmak için bize her yaşta insan gelir", diye anlatıyor Peder Martin: "Önce altı aylık bir deneme sürecinden geçerler. Bu sürecin sonunda manastırda kalmalarına karar verilirse 12 aylık ikinci bir süreç başlar. Buna manastır konseyinin de karar vermesi gerekir."<br /><br />Az sonra büyük bir tahta kapının önünde duruyoruz. "Yemek salonumuz", diyor yaşlıca peder, "öğle ve akşam yemekleri hep birlikte ilahiler eşliğinde alınır." İki sıra uzun tahta masa, arkaları yüksek kara iskemleler. Salonun arka duvarında duran masa daha genişçe, iskemleler daha cüsseli. "Başrahip ve yardımcıları için... Gelin size manastır kütüphanesini de göstereyim."<br /><br />Dört kata yayılmış zengin kitaplığın sayısız raflarında 400 bin dini eser, manastırdaki ve başka manastırlardan gelen Benedikt rahiplerinin hizmetinde. "Burada beş yılını dolduran ve ant içen insan artık gerçek bir Benedikt rahibi olmuştur." Almanya'da 20 manastır Beuron'a bağlı. Rahibeler Weingarten'de ve Avusturya'da Bertholdstein'da.<br /><br />"Benedikt öğretisine inananların yüzde altmışı kadın", diye devam ediyor Martin. Biraz şaşkın soruyorum: "Niçin çoğunluk kadın?". O ana kadar pek yüzüme bakmadan yürüyen yaşlıca adam, durup başını çeviriyor ve: "Kadınlar daha duyarlı varlıklardır',' diye konuşuyor. "Tanrı'yla daha kolay bağlantı kurarlar."<br /><br />Az sonra manastır çıkışında vedalaşıyoruz. Sigmaringen-Tübingen-Stuttgart yönüne giden dönüş treni saat 14:05'de kalkıyor. Biraz zaman var. Manastır kilisesine de bir göz atayım. İçeri giriyorum. Kapının yanında küçük bir tabela gözüme ilişiyor: "Günah çıkarma saat 14.30-16.00 arası". Kilise bomboş. Perdeleri açık tahta hücrenin önünde duran iki genç kızın rahibi beklediği belli.</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-28008091221922588172024-02-04T12:48:00.000-08:002024-02-04T12:48:21.383-08:00"Gün Gelecek Güneş de Soğuyacak"<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24, 4 Şubat 2024</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet Arpad</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Stuttgart ve yöresine kış biraz geç geldi. Soğuklar yaşadık, şu günlerde de mevsim normallerinin üzerinde bir sıcaklık yaşıyoruz. Karlı, buzlu iki haftanın ardından ısı Güney Almanya'da 15 dereceye vardı. Şubat'ta ilk bahar mı? Stuttgart‘ta kaldırım kahvelerinde keyif çatanlar var. Meteoroloji uzmanlarına inanmak gerekirse ardından kuzeyden gelecek bir soğuk hava, Karaormanlar'dan Konstanz gölüne, Alp dağlarına dek, tüm Güney Almanya'ya yine el koyacakmış! Şarapları ile ünlü Stuttgart'ta Neckar nehri vadisinin üzüm bağı dolu yamaçlarına yine kar mı yağacak?<br /><br />Geçen yazın hemen hemen yağışsız, kuru ve sıcak, güzün de güneşli ve ılık geçmesi şaraplık üzüm üretimini düşürmüş, fakat kalitesini oldukça yükseltmişti. 2023 şarabı gerçekten çok leziz ve de pahalı oldu. Şaraplık üzümün yetiştirildiği bağlar, Stuttgart'ın merkezindeki yamaçlara kadar giriyor. Büyük tren istasyonunun karşısında durup da çevrenize şöyle bir bakındığınızda, villalar arasından aşağılara inen yemyeşil üzüm bağlarını görürsünüz. Nüfusu altı yüz bine yaklaşan, Almanya'nın ünlü endüstri merkezlerinden bir kentin göbeğinde şaraplık üzüm yetişiyor!<br /><br />Çevre sağlığı ve temizliğine önem verilmeden, bir büyük kentin ortasında üzüm bağı kurmak mümkün mü? Her yanı küçük göller ve yeşilin en güzel renkleri ile kaplı Stuttgart, şifalı yeraltı suları ve kaplıcaları ile de ünlü. Stuttgart ve çevresi, Budapeşte'nin ardından Avrupa'da en çok kaplıcaya sahip bir kent. Bir araştırma sonucuna göre de sağlıklı yaşamak isteyenlere Bavyera'nın kentlerinden sonra Stuttgart yöresi öğütleniyor. Aynı araştırma, ülkenin güneyinde yaşayan Almanların, kuzeyinde yaşayanlardan daha uzun ömürlü olduğunu da ortaya koyuyor.<br /><br /><b>"Güneş de Soğuyacak"</b><br /><br />Büyük kentlerde çevre temizliği belediyelerin en önemli görevlerinden biri. Bu görevin önemi her geçen yıl giderek daha da artıyor. Kişi, içinde yaşadığı çevrenin sağlığının kendi sağlığı da olduğunu kavramış. Elindeki kâğıdı yere değil de çöp kutusuna atan küçük insandan, büyük kentlerin kirli sularını nehir ve göllere değil de arıtma düzenlerine bağlayan belediyelere kadar herkes, toprağın, havanın ve yeraltı sularının sağlığı için çaba gösteriyor. Her yıl milyarlarca Avro doğaya yatırılıyor, su havzalarına kondurulan villalara değil! Modern teknikle çalışan fabrikalar, günlük yaşamımızın kaçınılmaz atığı olan çeşitli çöpün toprağa, yeraltı sularına ve havaya karışmasını önlüyor. İnsanlar, çevre temizliğini önemsememekle kendini ve hemcinsini de zehirlediğinin artık bilincinde. Stuttgart içme suyunun büyük bir bölümünün sağlandığı Konstanz gölü kıyılarındaki yerleşme merkezlerinin tümü arıtma düzenlerine bağlı. Üç ülkenin gölü Konstanz yörenin balık kaynağı!<br /><br />Bir zamanlar İstanbul'a belediye başkanlığı yapmış olan Bedrettin Dalan görüşleriyle ünlenmişi. Kenti çevreleyen denizleri acı sürprizlerin beklediğini söyleyen bilim adamlarına verdiği yanıt şöyle olmuştu: "Ne yapalım, bir gün gelecek, güneş de soğuyacak!"<br /><br />Kent ‘talan' edilirken Dalan ‘ileri görüşlü' açıklamalar yapmasını severdi! Çocukluğumuzda ve gençliğimizde sularından çıkmadığımız Boğaziçi'nde, Marmara'da bugün yüzmek her babayiğidin işi değil! Bu denizlerde tutulan balıkları yemek de...</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-14979071122604644402024-01-28T12:49:00.000-08:002024-02-04T12:50:36.068-08:00 "Tanrı Uludur"<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24/ALMANYA, 28 Ocak 2024</span></b></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet Arpad</b></span></p><p><span style="font-family: arial;">Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 3 Ocak 2024 tarihli açıklamasına göre bugün ülkemizde toplam cami sayısı 89.817...</span></p><p style="text-align: center;"><span style="font-family: arial;">* * *</span></p><p><span style="font-family: arial;">"Bize Kuran dersi veren okul müdürümüz Niyazi Bey sınıfı İstanbul Operet Heyeti'nin temsillerine götürürdü... Sultan Reşat'ın baş müezzini İsmail Hakkı Bey de bu operetin çalgılar topluluğunu yönetirdi..." 1910 doğumlu babam Burhan Arpad'ın bu sözlerini arada sırada anımsıyorum. Günümüzde din adına konuşan sorumlu ve yetkili kişilerin neler yaptığını gördükçe de: "Demek ki yaklaşık 100 yıl önceki din adamları aydın görüşlü insanlarmış", diye düşünüyorum. Ve hüzünleniyorum.<br /><br />Adında 'demokrat' kelimesi olan parti, 1950 Mayısı'nda yönetimi ele alır almaz yaptığı ilk iş, Türkiye'de Türkçe okunan ezanı Arapça okutmaya karar vermek olmuştu. O günleri yaşamış olan insanlar: "Her şey ezanın tekrar Arapça okunmasıyla başlamıştı", derdi. Günümüzde tarikatların hortlamasının, gericilere ödünler verilmesinin, "Şeriat isteriz" bağrışmalarının ilk tohumlarının 16 Haziran 1950 tarihli kararla atılmış olduğu söylenir. Cumhuriyet tarihinde geriye baktığımızda, Atatürk devrimlerinden ve laiklikten uzaklaşmanın ilk adımlarının gerçekten 1950'li yıllarda atıldığını görürüz.<br /><br />Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nde İslam dinine inanan bireyler, dünya işleri dışında olup bitenleri de anlasın istemişti. İlk adım olarak da ezan Türkçeleştirilmişti. Türkçe ezanı Süleymaniye Camisi başimamı, tenor sesli Hafız Kemal'den dinlemiş olan Atatürk, coşkuyla vermişti bu kararı. 1932 yılı sonunda ülkenin tüm minarelerinden "Tanrı uludur" seslenişi, çağrısı yükselmişti! Tanrı uludur, Tanrı uludur Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı'dan başka yoktur tapacak...<br /><br />Arapça "Allahu Ekber" yerine Türkçe "Tanrı Uludur"un minarelerden yükselmesi, ne yazık ki sadece on sekiz yıl gerçekleşmişti. Türkiye'de yığınların kafası işlesin istemeyenler hemen "Allahu ekber"e sarılmıştı. Atatürk'ün partisi CHP de sesini çıkaramamıştı. Demokrat Parti yönetimi belki bir on yıl sürmüş, fakat Atatürk'ün yaptıklarının hızla yok edilmesine yetip artmıştı. Ardından gelen 27 Mayıs devrimine özellikle aydınlar sevinmişti. Gerçekten de geriye baktığımızda son yetmiş yıl Türkiyesinde 27 Mayıs "yıldızın parladığı" tek andır! Düşünce özgürlüğü gelişecek, geriye gidiş duracak diye umutlanan bir avuç yazar, 1960 Temmuzu'nda Türk Dil Kurumu kurultayına getirdikleri bir öneri ile "Ezan yine Türkçe okunsun!" demiş ve düş kırıklığına uğramıştı.<br /><br />27 Mayıs çabucak unutulmuştu. Ardı ardına camiler açılmış, Arapça ezan daha iyi duyulsun diye minarelere güçlü hoparlörler takılmış, imam-hatipler mantar gibi bitmiş, tarikatlar palazlanmış, dinci ile politikacı kucak kucağa oturmuş, takkeli, takunyalı iktidara koşmuştu, "Ben Atatürkçüyüm" diyenler de hızla artmıştı. "Aydın" kisvesi altında kimi yazar-çizer takımı ve numaracı cumhuriyetçi bilinçli-bilinçsiz emperyalistle şeriatçının oyununa destek vermişti.<br /><br />‘Birileri' onlarca yıl verdikleri savaşı kazanmıştı. Bu kişiler o günden sonra onlarca yıl uğraştılar, inat ettiler, Taksim alanında Cumhuriyet anıtının hemen karşısındaki tarihi sit alanına bir camii kondurdular, İstanbul'un en güzel tepesinde de 100 milyon dolara, çevresine hiç yakışmayan 63 bin (!) kişilik, çoğu namaz saatinde bomboş kalan bir yapı yükselttiler. Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u fethettiğinde Ayasofya (Azize Sofya Kilisesi) ismi değişmeden fethin sembolü olarak camiye dönüştürülmüştü. Atatürk'ün müze yaptığı, 5. yüzyılın en büyük kilisesi olan, Doğu Ortodoks ve Roma Katolik etkilerinin sentezi Ayasofya'yı yine camiye dönüştürdüler! İlginçtir günümüzde Almanya, Hollanda ve Belçika'da da Diyanet'e bağlı, adı ‘Ayasofya' olan yaklaşık 30 cami var!</span></p><p style="text-align: center;"><span style="font-family: arial;">* * *</span></p><p><span style="font-family: arial;">27 Mayıs'ın ardından bir avuç düşünürün "Ezan yine Türkçe okunsun!" girişimini günümüzde tekrarlayacak yürekli aydınlarımız nerede? Ezanın Türkçesinden, "Tanrı Uludur"un açık ve aydınlık seslenişinden kim korkar? Şeriatçıdan başka!</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-81341316192947719372024-01-21T12:48:00.000-08:002024-02-04T12:49:10.219-08:00Efsane Otomobiller<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24, 21 Ocak 2024</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet ARPAD</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Beton dans ediyor. Hareketli, kayıyor, koşuyor sonsuzluğa. Dev bir yapı, dinamik, yüce bir heykel. Heyecan verici bir şey. Şekiller, motifler, renkler birbirine karışıyor, iç içe geçiyor. Kavisler, sarmallar. Elli metre yüksekliğindeki yapıda yuvarlak olmayan tek şey, metal, ultramodern, kurşuni oval kabinlerin asılı olduğu düz duvarlar. Dünyada başka örnekleri yok, ilk kez yapılmışlar. Yükseliyorlar üç bir yandan hızla göğe ve asansörden başka her şeyi andırıyorlar. Bu devasa yapı bir "savaş gemisi"; hayır, bir "uzay gemisi", insanın üzerine üzerine geliyor...<br /><br />Kırmızısı var, siyahı, yeşili var, sarısı, beyazı da yok değil. Hepsi birbirinden ilginç, çekici, kendine âşık edici. Tümü de yaşlı, 1890-1910 arası doğmuşlar. Paha biçilemez değerlerine. İnsanoğlunun ilk otomobilleri onlar. 3-5 beygir gücünde, en hızlısı saatte 30 kilometre hıza ulaşıyor.<br /><br />Mercedes-Benz (bir süre uluslararası adı DaimlerChrysler'di), Stuttgart'taki eski otomobiller müzesini 2006'da yenilemişti. Daha doğrusu, merkez binanın hemen yanı başına, bir tepeciğe, 150 milyon Avro harcama yaparak yepyeni bir müze kondurtmuştu. 16 bin 500 metrekarelik alanda, 160 tarihi otomobille sayısız başka araç sergileniyor. Otomobilinden kamyonuna, otobüsünden yarış arabasına, kral kayıklarından traktörlere... Geleneksel ve modern, geçmiş ve gelecek, bu modernin moderni yapıda bir araya gelmiş. "Bu müze kuruluşun geleceğine yapılmış çok önemli bir yatırımdır", sözleriyle açılışı yapmıştı şirket genel müdürü, 1953 İstanbul doğumlu Dr. Tezsche bine yakın davetlinin huzurunda.<br /><br />Bu dünya kuruluşunun, 150 milyon Avro'yu dünyanın en büyük otomobil müzesi kabul edilen bu çılgın yapıya harcaması insana tuhaf gelebilir. Ancak otomobil tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilen çifte sarmal müze yapısı, kuruluşun geleceğine yapılmış, uzun vadeli bir yatırımdı. Sadece Mercedes mi? Hayır, az ötedeki, Stuttgartlı diğer ünlü otomobil yapımcısı Porsche de 2011‘de müzesini büyütüp yenilemişti. Üçüncü ünlü, BMW de, Münih'e 2008 yılında yepyeni bir müze kondurmuştu. Hepsinin ortak amacı, otomobil tarihinin geçmişi ile geleceği arasında bir köprü oluşturmaktı.<br /><br />Mercedes bir efsane! 19. yüzyılın sonlarında yaşamını Fransa'nın Nice kıyılarında geçiren Viyanalı zengin işadamı ve otomobil tutkunu Emil Jellinek, Daimler'in 1900'de piyasaya çıkardığı yeni modelin 35 beygirlik gücüne o kadar hayran kalır ki hemen 36 adet birden ısmarlar. Ancak bir koşulu vardır: Daimler bu modele 10 yaşındaki kızı Mercedes'in adını verecek ve Orta Avrupa satışlarını Jellinek üstlenecektir. Daimler hemen kabullenir ve Mercedes adı 1902'de tescil edilir. Emil Jellinek servetine servet katar, girdiği her yarışı da kazanır. Şimdi Stuttgart‘taki müzede sergilenen bu ilk araç, Mercedes hayranlarını, kuruluşun ilginç geçmişine götürüyor.</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-45008883339377773442024-01-14T12:58:00.000-08:002024-02-04T12:59:33.628-08:00Göl Kıyılarında Kültür...<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24, Almanya, 14 Ocak 2024</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet Arpad</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Carl Orff müziği pencerelerden dışarı taşıyor. Evin önünden geçerken merakla durup insanın devam ediyoruz. Uzun yokuşun sonunda Meryemana Katedrali tüm görkemiyle karşımızda göğe yükseliyor. Kocaman kapıyı açıp içeri adım atıyoruz. Burada da müzik.<br /><br />Orgdan Mozart melodileri duyuluyor, kubbelerde Mozart'tan bir arya yankılanıyor. Katedralde düğün var. Az sonra org susuyor, soprano aryasını bitiriyor. Beyazlar içindeki yaşlı papaz duasına başlıyor. Düğün erkânı ayağa kalkıp hep bir ağızdan ona eşlik ediyor. Melekler, tanrılar, çıplak kadınlar uçuşuyor, şaha kalkmış atlar yükseliyor gökyüzünün sonsuzluğuna.<br /><br />Yüksek pencerelerden giren güneş ışınları barok ve rokoko dev yapıyı aydınlatıyor, kubbelerdeki, duvarlardaki melekleri, çıplak kadınları, aşağıdaki insanlara tepeden bakan İsa'yı...<br /><br />Az sonra yine Carl Orff Müzesi'nin önünden geçerek göle doğru iniyoruz. Carmina Burana'nın yaratıcısı, büyük besteci daha 17 yaşına geldiğinde bir opera ve pek çok şarkı bestelemişti. Çocukluğunda sık sık geldiği şirin Ammer gölü kıyısındaki Diessen'e 1955 yılında yerleşir. Evinin pencerelerinden gölün karşı kıyısında, Andechs yamaçlarındaki dev manastır görünür.<br /><br />Ammer gölü bugün rüzgârlı, dalgalı da. Yelkenliler, motorlar, gezi gemileri yine de gidip geliyor, martılar uçuşuyor, kazlar, ördekler ise kıyıya çıkmış, ağaç altlarına sığınmış.<br /><br />Yolumuz güneye, Alp eteklerine doğru uzanıyor. Berrak havada dorukları hafif beyaz dağlar ne kadar da yakın. Tarihi evleri ve sokakları ile ünlü Weilheim'da bir yemek molası verip, Staffel gölü kıyısındaki Murnau'ya ulaşıyoruz. Şirin kentte önemli bir sergi var. Dışavurumcu sanatçılar Wassily Kandinsky ve Gabriele Münter 1908'de Murnau'da bir ev satın alıp doğasına hayran oldukları yöreye yerleşirler.<br /><br />Kısa süre sonra Marianne von Werefkin, Aleksey Javlenski, Franz Marc, August Macke de onlara katılır ve 1911'de "Mavi Atlılar" grubunun temeli atılır. Şimdi 2008'de, Kandinsky ile Münter'in, Staffel gölü kıyısına yerleşmelerinin 100. yılında tarihi sarayda Alman dışavurumculuğunun ünlü ressamlarının eserleri sergileniyor.<br /><br />Aynı yapının üst katında, yine yıllarını burada geçirmiş, Macar-Avusturyalı yazar Ödön von Horváth sürekli bir sergiyle anılıyor. 1924'ten, Hitler Almanyası'ndan kaçtığı 1935 yılına kadar yaşadığı Murnau'da değerli eserler verir. Ünlü romanı "Allahsız Gençlik" (Türkçesi: Burhan Arpad) 1938'de Nazilerce yasaklanır.<br /><br />Akşama doğru ovaya sis iniyor. Gölün suları durgun, kıyılarında yüksek otlar, sazlıklar. Geniş çayırlar yamaçlarda yükseliyor, Alplerin eteğinde küçük köyler, çiftlikler, korular, az ötede başka göller. Bizim yolumuz Starnberg'e, göl kıyısındaki şirin Seeshaupt'a. Batmaya hazırlanan güneş odanın kocaman pencerelerinden içeri giriyor. Balkondaki rahat koltuklara kurulup aşağıdaki iskeleye yanaşan son gemiyi seyrediyoruz. Anılarda o gün yaşadıklarımız...</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-8149300775658649702024-01-07T08:34:00.000-08:002024-01-11T08:35:21.854-08:00Hitler'i Finanse Edenler…<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24/ALMANYA, 7 Ocak 2024</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet ARPAD</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Adolf Hitler ve yandaşları 8 Kasım 1923'te Bavyera'da bir darbe girişiminde bulunurlar. "Geçici Alman Ulusal Hükümeti"ni ilan eden darbeciler ertesi gün silahlanıp Feldherrenhalle'ye yürürler. Çıkan çatışmada Hitler ve adamları 4 polisi öldürür. İhtilal girişimi başarılı olmaz, darbeciler tutuklanır. Darbe girişimi ile devletin güvenliğini tehlikeye sokmuşlardır.<br /><br />Bu suçun cezası idamdır. Ancak Hitler sadece 5 yıl hapis cezasına çarptırılır. Çünkü onu destekleyenler, başta eyalet Adalet Bakanı Franz Gürtner olmak üzere politikaya damgalarını vurmuş kişilerdir.<br /><br />Hitler, Landsberg hapishanesinde 9 ay kaldıktan sonra serbest bırakılır. 1933'te Almanya'ya el koyan Hitler ile yardakçılarının palazlanması ve 13 yıl ayakta kalması, Alman endüstrisinin "babaları" sayesinde mümkün olmuştu. Onlarsız Hitler bir hiçti. Nazi Almanyası'nın orduları, Flick, Krupp, Thyssen ve şürekası olmadan komşu ülkeleri istila edemez, savaşamazdı.<br /><br />Onlar sayesinde Nazi Almanyası 1942-1944 arasında silah gücünü üçe katlamıştır. Adolf Hitler'e verilen büyük parasal destek daha 1920'li yıllarda Bavyera'da başlar. Oradan diğer Alman kentlerine, Avusturya'ya ve İsviçre'ye de sıçrar. Avrupa'ya kaçmış bazı varlıklı Rus asilleri "Bolşevik düşmanı" Hitler'e destek verirken Yahudileri sevmediği bilinen Henry Ford da Hitler'in partisi NSDAP'ye bağışta bulunur!<br /><br />Aynı dönemde Mussolini yönetimindeki İtalyan faşistlerinin bile İsviçre bankaları kanalıyla milyonlarca markı Führer'e yollamış olduğu biliniyor. Hitler hapiste olduğu günlerde de para aramayı sürdürür. O günlerde desteğini kazandıkları arasında besteci Richard Wagner'in oğlu ile eşi de vardır. Bu iki ünlü özellikle Atlantik ötesinde başarılı olurlar!<br /><br />Hitler'le Henry Ford'un felsefeleri ve düşünceleri birbirine çok benziyordu, demiştir ilerde Winifred Wagner. "Bir görüşmemizde Almanya'yı Yahudilerden temizlemek isteyen Hitler gibi birine destek vermeye hazır olduğunu söylemişti..." Evet, o dönemlerde herkes çıkarları karşılığında Nazileri desteklemişti!<br /><br />İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin yanında oldukları için Nürnberg mahkemesinin suçlu gördüğü endüstri patronları günlerini bir zamanlar Hitler'in kaldığı Landsberg hapishanesinde geçirirler. Yeni Almanya için ortak planlarını orada yaparlar. 60 milyonun üzerinde insanın ölümünden, Hitler'e hizmet etmiş olan bu endüstri patronları da sorumludur.<br /><br />1945'ten sonra İngilizlerle Amerikalılar kurdurdukları Batı Almanya'ya, Sovyetler'e karşı "kale" görevini verirler.<br /><br />Ancak ülkenin bir an önce güçlenmesi gerekmektedir. Hitler'e hizmet vermiş olan Alman endüstrisinin patronları hâlâ hayattadır. Komünistlerden nefret eden, solcuları sevmeyen, ataerkil düzenin temsilcileri, despot ruhlu, politik görüşleri en sağda, NSDAP üyesi bu insanlar ülkeye yine gerekli oldukları için hapisten çıkarılıp aklanırlar.<br /><br />Dizginler yine Flick, Krupp, Abs, Sohl ve Zangen'in elindedir. Batı Almanya'nın ilk başbakanı Konrad Adenauer'in dediği gibi, temiz suyun olmadığı yerde kirli su dökülemezdi! Bugün yabancı düşmanı Nazilerin ve çok aşırı sağcı partilerin Almanya'da etkin olması insanı: "Acaba bu gibilerin kökleri niçin bir türlü kurutulamıyor?" diye düşündürüyor.<br /><br /></span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-54269777709292801212023-12-31T08:34:00.000-08:002024-01-11T08:34:44.486-08:00Karda Köpeklerin Yarışı<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24, 31 Aralık 2023</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet Arpad</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Köpeğin adı 'Layka'. Ormanın karlı yollarında koşuyor. Peşinden başka köpekler de geliyor. Hepsi nefes nefese. Yolun kenarında duran insanlar el sallıyor, heyecanla bağrışıyor. Köpekler yanıt vermek istermiş gibi havlıyor.<br /><br />Hava güneşli, fakat çok soğuk. Yılın son günlerinde kar düştü Karaormanlar'a. Stuttgart ve çevresinden kayak severler bu güzel spordan yararlanmak için güneyin tepe ve yamaçlarını doldurdu. 1500 metrelik Feldberg'e yakın Hinterzarten de bugün insan dolu. Onların amacı kızak çeken köpeklerin yarışını izlemek. Almanya şampiyonası her yıl olduğu gibi yine bu yörede yapıldı. Todtmoos ve Bernau da karların bu güzel sporu için yeğlenen şirin kentler.<br /><br />"Husky" denen köpekler Eskimoların can yoldaşı. Ava giderken kızakları çeken, karlarda kendilerine çukurlar açıp kulübelerinde uyuyan efendilerini Kutup ayılarından koruyan hep bu sadık hayvanlar. Kuzey kutbuna yaptıkları yolculuklarında Amundsen, Byrd ve Peary'ye eşlik etmiş olanlar da yine "husky"ler. Kurt nasıl soğuk havayı severse, bu köpeklerin de keyfi buz gibi kış günlerinde geliyor! Soğuk onları canlandırıyor. Hele ısı 10-15 derece sıfırın altındaysa keyiflerine diyecek yok!<br /><br />Orta Avrupa'ya, özelikle Almanya'ya gelmeleri son 40 yılda olmuş. İçgüdüleri çok gelişmiş bu hayvanlar, Kuzey Kutbu kadar soğuk olmayan yörelere de kolayca uyum sağlıyor. Bavyera ve Güney Karaormanlar'ın karlı dağ ve ovalarında düzenlenen köpekli kızak yarışlarına ilgi sınırsız.<br /><br /><b>"Kral köpek"</b><br /><br />Sürücü büyük kızağın üzerinde ayakta duruyor. Kırbacını havada şaklatıp bağırıyor. "Go, go, go", "Heja", "Gee", Haw, "Whoa..." Köpekler kızağı çılgın gibi çekiyor. Hızları saatte 40 km'yi buluyor. En akıllısı altı veya sekiz köpeğin önünde koşuyor. "Kral Köpek" deniyor ona. Kar tipisinde yolu, izi ve yönü bulan bu köpek.<br /><br />Yarışın son turu. Kırbaçlar havada şaklıyor. Bağrışmalar, havlamalar. İnsanla köpek sanki bir bütün. Kızaklar daha da hızlanıyor. Varış çizgisi az ilerde. Köpekler uçuyor. Arkadan gelen kızaklar en öndekine çok yaklaşıyor... Ve yarış bitiyor.<br /><br />Kazanan mutlu. Sürücüler birbirlerini kutluyor. İzleyiciler onlara sesleniyor, el sallıyor. Ya köpekler? İri mavi gözleri mutluluk dolu. Karlarda yuvarlanıyorlar, birbirleriyle koklaşıyorlar, önlerine konan kemikleri kemiriyorlar.<br /><br />Afiyetle.</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-52530975134275662652023-12-31T08:33:00.000-08:002024-01-11T08:34:00.176-08:00Alpler'in doruğunda çay keyfi<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Cumhuriyet, 31 Aralık 2023</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Yükseklik neredeyse 2 bin metre. İnanılmaz bir manzara, dimdik yükselen yamaçlar silme çam ormanlarıyla kaplı, aşağılarda, kayaların derinliğinde gölün yemyeşil suları, Königsee'ye akan pırıl pırıl dereler. Çok ötelerde Salzburg, ufukta Alpler'in karlı dorukları... </span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet Arpad / Almanya (Münih)</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Führer'in çayevinden seyrediyor insanlar bu doğa harikasını! Uçurumun bağrına sipsivri bir çıkıntı gibi saplanan terasta bundan 80 yıl öncesine kadar Hitler, yanında Eva'sı keyif çatıp çayını yudumlarken kafasından yeni "kötülükler" geçiriyordu. Alpler'deki bu "kartal yuvası" ona Nasyonal Sosyalist Parti yönetiminin 50. doğum günü armağanı! Martin Bormann'ın sadece 13 ayda inşa ettirdiği, yaklaşık 150 metrelik bir kayanın sivri tepesine oturtulmuş yapıya ulaşmak küçük bir macera. Önce kayalara oyulmuş, abajurlarla aydınlatılmış 124 metrelik bir tünelde ilerliyorsunuz. Sonra, tavanından sallanan kocaman bir avizenin, duvarlarındaki kollu şamdanları pırıl pırıl aydınlattığı, içi tamamen pirinç levhalarla kaplı 47 kişilik asansörle kayaların içinden 124 metre yükseliyorsunuz, sadece 41 saniyede. Az sonra keyifle pastanızı yiyip çayınızı içerken bakışlarınızı aşağılarda, durgun suları yeşil, beyaz, mavi Königsee'de gezdiriyorsunuz. Karşı tepelerin üzerinde küme küme küçük bulutlar, ötelerde sivri kayalara yükselen kartallar. <br /><br /><b>'FÜHRER'İN İZİNİ ARIYORLAR</b><br /><br />Ziyaret sonrasında tünel çıkışında bekleyen özel otobüsler, insanları tekrar Berchtesagaden'e indiriyor. Buraya ulaşan yol özel araçlara kapalı. Sık sık çam ormanları arasından geçen, bir tarafı uçurum yol çok dik ve daracık. Manzara anlatılamaz. 1939'da tamamı kayalara oyulan 6.5 kilometrelik bu yolu da Bormann açtırmış. Otobüs ardı ardına tünelleri geçerek 1100 metreye iniyor. Yolcular buradan sonra kendi özel araçlarıyla ya da başka bir otobüsle yollarına devam ediyor. Fakat daha önce görecek başka şeyler var. <br /><br />Az yukarıda bir düzlükte beş yıldızlı bir otel, biraz ötede "Belgeler Merkezi", az aşağıda kocaman bir yapının temel taşları, duvar yıkıntıları... Hitler'in, Berlin ve Wolfschanze'den sonraki Alp dorukları karşısında çılgınca planlarını yaptığı, Amerikalıların 1945 Nisan'ında bombaladığı üçüncü karargâhı Berghof'tan arta kalanlar. Almanya-Avusturya sınırındaki Berchtesgaden'e gelenler Obersalzberg tepesine de çıkıyor. Amerikalılarla Japonlar çoğunlukta. Buralarda hâlâ Hitler'den bir şeyler arıyorlar. Nazi subaylarının konakladığı Hoher Göll misafirhanesinin temelleri üzerine altı yıl önce oturtulmuş olan Nasyonal Sosyalist Belgeler Merkezi'nde geçmişi yaşıyorlar. <br /><br /><b>TAKMA ADI 'BAY WOLF'TU</b><br /><br />Hitler'in bu yörede, "Bay Wolf" takma adıyla geçirdiği 1920'li yıllardan Berlin sığınağında intiharına kadar uzanan korkunç yaşamına dönüyorlar. Bormann'ın 1943'te tepenin altına oydurduğu 5 kilometrelik tünellere ve dehlizlere adım atıyorlar. Zengin olanları, Bavyera eyaletinin 50 milyon Avro harcayarak 100 dönümlük araziye kondurduğu lüks otelde konaklıyor. ABD askerlerinin 50 yıl boyunca tatil yaptığı, Hitler'in Berghof karargâhına sadece 150 metre uzaktaki Göring villası Platterhof'un yerine inşa edilmiş bu yuvarlak yapı dev bir uçan daireyi andırıyor. Zenginler kocaman pencereli odalarından dumanlı Alp doruklarını seyredip düşlere dalıyor. <br /></span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-78088241125414727482023-12-26T04:09:00.000-08:002024-02-04T12:57:00.687-08:00Savaşla Savaşan Yazar: Erich Maria Remarque<p style="text-align: right;"><span style="font-family: arial;"><b>Sincan İstasyonu, Ocak 2024</b></span></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet Arpad</b></span></p><p><span style="font-family: arial;">Remarque'ın amacı küçük insanın militaristlerin gerçek yüzünü görmesi ve barışın kutsallığını kavramasıdır. 21 Sincan İstasyonu Şey Yok gibi bir eser ancak yüz yılda bir yazılır!" Ancak 1933'de Almanya'da yönetime el koyan Naziler halkın bu gibi aydınlatıcı romanları okumasına karşıydı. 10 Mayıs 1933 günü Berlin Üniversitesi önündeki alanda Nazilerin ateşe attığı binlerce kitap arasında Remarque'in, "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok‘' (Türkçesi. Burhan Arpad) ve "Dönüş Yolu" (Türkçesi: Burhan Arpad) romanları da vardı. Remarque Alman vatandaşlığından çıkarıldı. 1933'lerin kahverengi gömlekli iktidarı onu ve romanlarını kendilerine engel görmeye başlamıştı. Çünkü insanlar Remarque'i okuyor ve savaşın ne olduğunu, savaştan kimlerin yararlandığını anlamaya başlıyordu. "Uyanık olmak, dikkatle izlemek gerekiyor"<br /><br />O edebiyat tarihçileri ve büyük okur yığınları için her zaman "Batı Cephesi"nin yazarı olarak kalmıştır. İlginçtir, Alman edebiyat çevreleri Remarque'ın romanlarına çoğu kez mesafeli durmuş, hatta onları küçümsemiştir. Onu büyük bir Alman edebiyatçısı olarak övenler daha çok yabancı edebiyat eleştirmenleridir. Ünlü yazarın: "Ülkemiz yazarları eserlerinde bir düşün uğrunda açıkça yan tutabilmek için gerekli süreklilikten yoksunlar" sözleri üzerinde durulması gereken bir görüştür. "Okurların, basının ya da iş başındakilerin hoşuna gitmemekten, sevilmemekten korkuyorlar. Bundan daha yanlış bir tutum olamaz..." görüşünü ileri süren ünlü yazar ilerde savaş sonrası Almanya'sından şöyle söz etmiştir: "Kaygılıyım. Eski Nazi ruhuna şurada burada tek tük de olsa rastlanıyor. Uyanık olmak, dikkatle izlemek gerekiyor..." <br /><br />Remarque'a göre genç neslin de ana babalarının bir zamanlar ne suçlar işlediğini çok iyi öğrenmesi gerekir. "Bugün ülkede iktisat, politika ve hukuk alanlarında önemli yerlerde eski Nazilerin görev almasına da aklım ermiyor, bu beni rahatsız ediyor. Eski pislikler örtmekle yok edilemez..." Romanları 45 dile çevrilmiş olan Remarque hep kanlı savaşlardan ve bu savaşlara neden olan politikacılardan söz eder. Amacı küçük insanın militaristlerin gerçek yüzünü görmesi ve barışın kutsallığını kavramasıdır. Ona göre insanlar arasında gerçek barış savaşların her çeşidinin kötülenmesi, savaşın insanlık için en büyük yüzkarası olduğunun yığınlara anlatılmasıyla gerçekleşebilir. Savaşla savaşan yazarlar Remarque'ın amacı küçük insanın militaristlerin gerçek yüzünü görmesi ve barışın kutsallığını kavramasıdır. O savaşa karşı sadece kalemiyle savaştı, militarizmi hep eleştirdi, çıkarları adına kimi politikacıların sinsi planlarla insanları boğazlamasını bütün yürekliliği ile yerdi. Ona göre insanlar arasında gerçek barış, savaşların her çeşidinin kötülenmesi. Savaşın insanlık için en büyük yüzkarası olduğunun yığınlara anlatılmasıyla gerçekleşebilir. <br /><br />Remarque sorumluluğunu bilen bir yazar olarak bu görevini hep yerine getirdi. Eserleriyle kanlı savaşlarla geçinen çirkin politikacılara seslendi, militaristlerin gerçek yüzünü ve barışın kutsallığını insanlar kavrasın, barış dolu bir dünya gerçekleşsin istedi. Milliyetçilik yutturmacasıyla maskelenmiş Alman faşizminin içyüzünü Remarque romanlarında bütün çirkinliğiyle gözler önüne serdi. Öldüğünde arkasında on bir roman, bir tiyatro oyunu ve 20. yüzyıl Alman edebiyatında hiçbir yazarın ulaşamadığı büyük bir ün bıraktı. Savaşla savaşan dünya yazarları arasında Erich Maria Remarque'ın hâlâ ayrı bir yeri vardır.</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-10603699961262850602023-12-24T04:07:00.000-08:002023-12-26T04:08:22.778-08:0045 Derece Japon Saygısı <p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24, Almanya 24 Aralık 2023</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet Arpad</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Otobüs otelin önünde duruyor. Açılan kapılardan çekik gözlü insanlar iniyor. Japonlar geliyor!<br /><br />Rehberleri elinde kağıtlar hızla resepsiyona doğru yürüyor. Kısa bir konuşmadan sonra lobinin bir köşesinde bekleşen grubun yanına gidiyor. Başlıyor konuşmaya. Hızlı hızlı, yüksek sesle. Anlatacak çok şeyi var. Çevresinde toplanmış diğerleri onu dikkatle ve kök kös dinliyor. Sözünü kesip sorun soran yok.<br /><br />Adamın anlattıkları bir süre sonra bitiyor. Hafifçe öne doğru eğilip çevresindekileri selamlıyor. Onlar da hep birlikte öne eğiliyor, başlarıyla rehberlerini selamlıyorlar. Sonra resepsiyon görevlisi bayanın getirdiği anahtarları alıp asansörlere doğru yürüyorlar. Binmeden önce de yine bir selamlaşma. Vücutların belden yukarısı inip kakıyor, başlar önde, gözleri lobinin mavi yer halısında. Eller iki yanda, sanki hazır olda beklemede! Selamlaşma bittikten sonra asansörün kapısı kapanmadan kendilerini içine atıyorlar.<br /><br />Yolda tanıdığına rastlayan her Japon, nerede olursa olsun onu "Japon usulü" selamlamak zorunda. Ancak giderek endüstrileşen ülkede insanlar bazı nezaket kurallarını unutmaya başlamış. Özellikle büyük kuruluşlarda çalışan genç nesil elemanların günlük yaşamın birçok davranışından haberdar olmadığı dikkati çekmekte.<br /><br />Bundan yararlanan bazı işini bilenin kurduğu "nezaket okulları" dolup taşıyor. Zengin babaların gönderdiği şımarık oğullardan büyük kuruluşların "nezaketi" zorunlu kıldığı elemanlarına kadar her gün sayısız Japon bu okulların kapılarını aşındırıyor. Oradaki kurslarda konuşmaktan oturup kalkmaya, el sıkmaya ve eğilip selam vermeye değin her şeyi öğreniyorlar. Hiç ucuz olmayan kurslarda.<br /><br />Eğilerek selam vermenin çeşitleri var. Kişi, aynı sınıftan ve aynı derecedeki insan karşısında 15 derece, şefi karşısında 30 derece, onu kabul etmek lütfunda bulunan genel müdürü karşısında da 45 derece eğilmek zorunda. Eğilerek selamla bir saygı gösterisi, bir şükran ifadesi! Geleneğe uygun şekilde selamlanmayan kişi karşısındakinin kendisine saygısızlık yaptığına inanabilir.</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-3987938777012703862023-12-17T04:10:00.000-08:002023-12-26T04:11:06.528-08:00El Emeği, Göz Nuru Ve Sonsuz Sabır<p style="text-align: right;"><span style="font-family: arial;"><b>Toplum24/ALMANYA, 17 Aralık 2023</b></span></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet Arpad</b><br /><br />Stefanie Siebert bir "kumaş artisti". Tanışıyoruz. Stefanie Siebert yüzlerce metre kumaş çeşidinden, yıllarca çalışarak insan boyunda bebek insanlar yaratıyor. Şu ana dek yüzün üzerinde figüre yaşam vermiş!. Onlar dünyası! Neredeyse gece-gündüz birlikte yaşıyorlar. Büyük bir aile, Stefanie Siebert ve bebekleri. Yıllardır kendine büyük bir mekan arıyordu.<br /><br />Sonunda Tübingen yakınlarında şirin kasaba Haigerloch'da boş duran tarihi Schwanen Oteli‘ni satın aldı. Otelin salonları, katları, odaları onun insanlarıyla dolu! İnanılmaz, dünyada eşi olmayan bir müze.<br /><br />Karşımda çoğu yaşını başını almış, suratlar kırışmış, yanaklar sarkmış, gerdanlar çifte, burunlar düşmüş, bakışlar tepeden, cakalı ve donuk, küstah ve şımarık. Bolluk içindeki bir toplumun bu üst sınıf insanları sizi kurgu bir dünyaya alıp, götürüyorlar. Onlar gözünüzün içine bakıyor. Her an konuşacaklar. Yeşil ipek tuvaletli şarkıcı kadın, dudakları kıpkırmızı kocaman ağzını açmış sonuna kadar şarkılar söylüyor.<br /><br />Suratları kat kat boyalı kadınlar incecik sigaralarını altın ve gümüş uzun ağızlıklarla içerken, erkekler purolarını tüttürüyor. Tuvaletleri pahalı terzilerin elinden çıkmış kadınların giyimleri rüküş. Takıları gösterişli, ağır mı ağır. Başka bir salonda masa başına oturmuş köylü giysili kadınlarla, kısa deri pantalonlu erkekler sosisler yiyip bira içiyor. Birinin üzerinde frak, yakalarında altın salyangozlar, sosisler sallanıyor. Köşedeki küçük orkestra en popüler dans melodilerini döktürüyor.<br /><br />Ak saçlı bir adam dans ettiği genç kızın omzuna başını dayamış. Üzeri pastalar, kekler dolu bir başka masanın çevresinde toplanmış üç-beş kadın pahalı porselen fincanlardan kahve içip kahkahalar atıyor. Masanın altına uzanmış süslü püslü köpekleri uyukluyor. 1920'li yılların Berlin'indeyiz. Otto Dix'in insanları karşımızda.<br /><br /><b>El emeği, Göz Nuru</b><br /><br />Stefanie Siebert'in insanlarının yüzleri ve elleri ten renginde incecik triko kumaştan. Yüzlerinin içi sentetik pamuk dolu. Gözler her renk boncuktan. Işıldayan parlak kumaştan ringa balığı salamurası. Koyu kahverengi ipekten yuvarlak simitler, üzerlerindeki beyaz tuz taneleri suni inciden. Kuşkonmazlar ipek kumaşla beyaz rujdan. Kâseleri dolduran siyah ve kırmızı havyar minnacık strafor taneleri.<br /><br />Siebert insanlarını yaratırken ipeğin yanı sıra saten, deri, ince kadife, sırma şeritler de kullanıyor. Bütün bunları başarmak için sadece sanatçı olmak yetmez. El emeği, göz nuru ve sonsuz bir sabır da gerekli. Stefanie Siebert bunu tam kırk yıldır başarıyor!<br /><br />Yarattığı "insanlar"la yıllarca kent kent gezmiş, büyük mağazaların vitrinlerinde, galerilerde, kütüphanelerde, tarihi saraylarda sergilemiş, görenleri hayrete düşürmüş. Bu insanlarda en küçük ayrıntıya kadar her şey hemen hemen el dikişi. Özellikle yüzlerdeki ayrıntılar el dikişsiz olmuyor. Satenden ipeğe, kadifeden triko kumaşına değişik kumaşlar kullanıyor.<br /><br />Canlandırdığı erkekler çoğunlukla yaşını başını almış, yaşamlarının son döneminde, kellifelli kimseler. Kadınlar ise orta yaşın üzerinde, geçmişin güzel günlerinin anı ve özlemiyle yaşamlarını sürdürenler… Ziyafet masasında oturanlar keyifli ve de aç.<br /><br />Gülüp konuşanlar, siyah havyara kaşık daldıranlar, kuşkonmazı elle yiyenler, karşısındaki hovarda suratlı zengin ihtiyara göz kırpan hanımlar. Başka bir masada tepsi tepsi havyar, somon, karides, ıstakoz, füme etler, haşlanmış domuz başı, salamlar, sosisler... Posbıyıklı bir garson, elinde şampanya şisesi bekliyor. Bakışlarından yorgun olduğu belli.<br /><br />Gerçeküstü bir dünyanın insanları yaşıyor eski Schwanen Oteli'nin salon ve odalarında. Stuttgart'a bir saat uzakta, Eyach boğazında bir yamaca yaslanmış şirin kasaba Haigerloch'un gizemli bir geçmişi var! Saltanatlarının son aylarında Naziler bu yörede atom bombası üzerine başarısız çalışmalar yapmış. Tarihi sarayın altında kayalara oyulmuş, orta çağdan kalma bölmeleri Hitler'in atom fizikçileri laboratuvar olarak kullanmış.<br /><br /></span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-13086900000893972712023-12-17T04:08:00.000-08:002023-12-26T04:09:19.308-08:00Luigi Colani, bir pop yıldızı!<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Cumhuriyet, 17 Aralık 2023</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet Arpad, Stuttgart</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Şu günlerde, Stuttgart'a yakın Waiblingen'de 100. yaşına basacak olan büyük endüstri kuruluşu Stihl'in sanat galerisinde çok ilginç bir sergi var.<br /><br />Geçtiğimiz yüzyılın ünlü endüstriyel tasarımcısı Luigi Colani'nin (1928-2019) yapıtları sergileniyor. O bir heykeltıraş, ressam, mühendis, kent plancısıydı. O bir yenilikçiydi. Sanat dünyası Colani için: "Sıra dışı bir çılgın dâhiydi" der. Doğadan esinlenerek yarattığı aerodinamik otomobiller, uçaklar, deniz araçları, kameralar, müzik aletleri, ev eşyaları, giysiler, yuvarlak, köşesiz ve organik şekilleriyle alışılmamıştır. Efsane tasarımcı için doğada köşe veya kenar yoktur. 1950'li yılların başından başlayarak Alfa Romeo, Fiat, Volkswagen ve BMW için de değişik tasarımlar yapmıştır. Yarattığı otomobil modellerini üreticilerden çok Colani tasarlamıştır. Ona "otomobil dünyasının Picasso'su" diyenler vardır. Colani için günümüz otomobilleri "çok akıllı uslu" idi.<br /><br /><b>BİR SANAT DEVRİMCİSİ</b><br /><br />Onun alışılmamış yapıtları 2019'daki ölümünün ardından birçok özel koleksiyonda ve New York Modern Sanat Müzesi MoMa'da görülebiliyor. Berlinli koleksiyoncu Gerd Siekmann, yüzün üzerinde Colani yapıtının sahibi. Bunlardan birçoğu şu anda Stuttgart Stihl Galerisi'nde sergileniyor. Salonlardaki heyecan uyandırıcı, değerli yapıtlardan biri, 1960 yapımı Colani-GT spor otomobili. Sıra dışı düşünen bir sanat devrimcisi olmak, hep yeniliğin peşinden gitmek, onun yaşam ilkesiydi. Simge çizimleriyle yarattıklarında yumuşak hatları yeğliyordu. O hep doğadan esinlendiğini söylüyordu. 20. yüzyılın tasarımcı pop yıldızı Colani, doğadaki yumuşak hatları yapıtlarında uygulayan bir sanatçıydı. "Benim dünyam yuvarlak" derdi Colani. <br /><br /><b>RAHATSIZ EDİCİ VE YÜREKLİ</b><br /><br />2 Ağustos 1928'de, Berlin'de doğan Luigi Colani (doğum adı Lutz Colani) çocukluğunda annesi babası oyuncak alamadığı için onları kendi yapmak zorunda kalmıştı. İleride, yaratıcılığının temellerinin o günlerde atılmış olduğunu söylemiştir. Tasarıma olan ilgisi, komşularının Mercedes marka otomobili sayesinde başlamıştı! Berlin Sanat Akademisi'nde aldığı heykel ve resim eğitiminin ardından 1948'de, Paris'teki Sorbonne'da aerodinamik öğrenimi yapmıştı. Colani ileride söylediğine göre Fransa'nın bu en eski üniversitesinde, "biyodinamik bir tasarımcı" olmuştu! "Yapıtlarım yüzde doksan doğa, yüzde on Colani'dir" demişti. Hep bembeyaz giyinirdi.<br /><br />Üstün bilgiliydi, üstün yetenekliydi. Colani, kendini: "Ben üç boyutlu bir gelecek filozofuyum" diye tanıtırdı. Yapıtları, ilerici-modern çizgiler taşıyan tartışmalı sanatçı, 16 Eylül 2019'da Karlsruhe'de vefat ettiğinde, arkasında sıra dışı ve devrimci eserler bıraktı. O eserler, genç yaratıcılar için bir esin kaynağı olmayı sürdürüyor. Ona: "Dâhilikle delilik arasında gidip gelen bir sanatçıydı" diyenler de var.<br /><br /></span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-62282475131423159162023-12-10T12:05:00.000-08:002023-12-10T12:05:55.363-08:00Mutsuz Olma Özelliği<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24, 10 Aralık 2023</span></b></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet ARPAD</b><br /><br />„İnsanlarımız mutlu olmasını bilmiyor. Çevrem hep bir şeylerden şikâyet edenlerle dolu. Sevdiklerine, sevindiklerine ender tanık oluyorum", diyor genç bayan.<br /><br />Alman tanışlarla bir pazar akşamüstü çay/kahve sohbetindeyiz. Konudan konuya atlıyoruz. Az önceki sözler, pedagoji öğrenimini geçen yarıyıl bitirmiş genç bir bayanın. "Mutsuz olmak bir Alman özelliği, hatta yeteneği", diye heyecanla devam ediyor. Söylediklerinden rahatsız olan kimi tanış karşı çıkmak istiyor. Ancak genç pedagog ısrarlı.<br /><br />O konuşurken düşünüyorum. Pek de haksız değil. Avrupa'nın hiçbir ülkesinde demokrasi ve politika, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'daki kadar sağlam temellere oturtulmamıştır. Ekonomisi güçlü, artan işsizliğe, azalan gelire karşın insanlarının durumu komşularından daha iyi. Yine de mutsuzluk, şikayetçi olma yeteneği (!) günümüz Alman'ında çok gelişmiş.<br /> <br />"Sokakta yürürken gülümseyen çok az insanla karşılaşıyorum", diye devam ediyor genç bayan.<br /><br />Pedagoji öğrenimi için iki yarıyıl geçirdiği Amerika'da sokaktaki insanın daha rahat, cana yakın olduğunu, sorunlarını Almanya'dakiler kadar kendine dert edinmediğini anlatıyor.<br /><br />Alman insanının fakiri de zengini de nedense kolay mutlu olamıyor. Hatta gelir düzeyi yükseldikçe şikayetçi özelliği de artıyor. Aydın geçinenler arasına çevresine yaşam sevinci yaymak, mutluluk gösterileri yapmak sanki yasak. Çoğu aydın az gülüyor, çok eleştiriyor, eleştirmeye olanak arıyor.<br /><br />"Şikâyetçilik kanımıza işlemiş", diyor genç kadın. "Okulda, işyerinde, evde... Siz çoğu aile mutlu mu sanıyorsunuz?.."<br /><br />Yürekli konuşuyor. Kimi tanış söylediklerinden rahatsız olmaya başlıyor. Akşamüstü sohbeti tartışmaya dönüşmek üzere. Genç kadın konuyu biraz değiştirmek istiyor gibi: "Siz bir Alman karı-kocanın aralarında günde ortalama sadece 10 dakika konuştuğunu biliyor musunuz? Evlilikler suskunlaşıyor."<br /> <br />Doğru konuşuyor. Boşanmalar dorukta. Kadın kocasının, erkek karısının yaptığını, davranışını beğenmiyor.<br /><br />Yeni evlenenlerin yüzde kırkı aradan üç yıl geçtikten sonra boşanıyor. Tek başına yaşamayı yeğleyen mutsuzların yüzde elli yedisi erkek, yüzde kırk üçü kadın!<br /><br />Sonra birden konu değişiyor, daha doğrusu karşımda oturan tanış değiştirmesini başarıyor. Şimdi Alman futbolunu tartışıyoruz!</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-18312144066229802222023-12-03T12:07:00.000-08:002023-12-10T12:08:14.351-08:00Salzburg'ta Bir Kış Akşamı...<p style="text-align: right;"><span style="font-family: arial;"><b>Toplum24, 3 Aralık 2023</b></span></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet Arpad</b></span></p><p><span style="font-family: arial;">Salzburg düşle gerçek karışımı bir kent, görüntüsüyle siz günün her saatinde büyülüyor. Irmağa uzanan loş ve dar sokakların arnavutkaldırımı taşlarında ayak sesleri... Kürk mantolarına, lodenlerine bürünmüş insanlar lokantalara, tiyatrolara gidiyor. Mozart'ın, Zweig'ın, Bernhard'ın, Handke'nin kenti Salzburg'da akşam oluyor. Tarihi yapılar arasındaki daracık ortaçağ sokakları ışıl ışıl, vitrinler rengârenk. Alanlar, tarihi yapıların altındaki geçitler, dar sokaklar insan dolu.<br /><br />Noel öncesi Salzburg ışıl ışıl. Salzach kıyısındaki şirin kent, Noel'e birkaç hafta kala en canlı, en hareketli günlerini yaşıyor. Noel pazarı yeni başlamış. Bugünlerde Salzburg soğuk, çevre tepeler, uzaklardaki Watzmann karlar altında. Katedralin çevresindeki alanlara kurulu "Christkindlmarkt" hep çekici. 1920'den günümüze Salzburg Festivali'nin baş oyunu olan 'Jedermann'ın sahnelendiği bu alan her yıl Salzburg'a akın eden yaklaşık 1 milyon insanla doluyor. Herkes yiyip içiyor, şirin kentin dar sokaklarında geziniyor, buz patinaj sahasında müzik eşliğinde vals yapıyor!<br /><br />Az sonra Café Tomaselli'den içeri giriyoruz. Salzburg'un bu ünlü kahvehanesi her zamanki gibi dolu. Şöyle bir sağa sola bakınıyoruz. Tek boş masa, hemen solda, pencere yanındaki küçük masa. Yanımızdan geçen yaşlıca garson gülümseyerek: "İyi akşamlar, Herr Doktor", diyor. Peşinden yürüyoruz. Adam boş masanın üzerindeki "rezerve edilmiştir" kartını kaldırıyor. Oturuyoruz.<br /><br /><b>Salzburg düşle gerçek karışımı...</b><br /><br />Bu şirin Salzach kentini hiç boş göremezsiniz. Doğanın güzelliği ile sanat eserleri, dik, kayalıklı yamaçlarla yeşil düzlükler bir arada uzanıyor. Alpler'in en son eteklerine sıkışmış ovada bazen yeşil, bazen sarı gri, fakat hep köpüklü ve çağıltılı akan Salzach'ın kıyılarında yükselen küf yeşili kubbelerde, kıpkırmızı kiremitli sivri damların gün batışının son kızılı. Doğa renk değiştiriyor. Karanlık iniyor tarihi kente, yüce katedralin çanları çalıyor, yayılıyor alanlara, yankılanıyor tepelerde, kayalıklarda, Salzach kıyılarında...<br /><br />Düşle gerçek karışımı, görüntüsüyle siz günün her saatinde büyüleyen Salzburg dünyaca ününü sadece güzelliğine borçlu değil. Bu kent Mozart'ın doğum yeridir. Getreidegasse'deki evini her yıl yüz binler ziyaret ediyor. 1920'de kurucuları, Yahudi asıllı Max Reinhardt, Viyanalı yazar Hugo von Hofmannstahl ve besteci Richard Strauss olan on binlerin aktığı Salzburg Festivali temmuz - ağustos aylarında düzenleniyor.<br /><br />Büyük katedralin önünde sahnelenen "Jedermann" oyunu ile açılıyor festival. 1938-1944 arasında Hitler bu festivali, Nazi propagandası amaçlı da olsa, devam ettirmişti. Tabii Max Reinhardt'sız ve Jedermann'sız...<br /><br />Stefan Zweig'ın yaklaşık 20 yıl yaşadığı kenttir de Salzburg. Kapuzinerberg'in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar onu edebiyatta doruğa tırmandıran en verimli yıllarıdır. Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurmuş, onları sık sık Salzburg'da konuk etmişti. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hoffmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Vallery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini, Richard Strauss'la villasında saatler, günler geçirmişti...<br /><br /><b>Bütün baskılara karşın yazdı</b><br /><br />"Sanatla mutlu doğanın karşılıklı yükseldiği o günler ne zengin, ne renkliydi!" diye anlatır, ölümünden kısa süre önce yazdığı en ünlü eseri "Dünün Dünyası"nda (Türkçesi: Burhan Arpad) Salzburg yıllarını. "Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra o küçük kentin kasvetli manzarasını anımsayıp damından yağmur suları akan evimizde soğuktan titreştiğimizi düşündükçe, bu barış yıllarının değerini daha iyi kavrıyorum. Dünyaya ve insanlara inanmamıza izin vardı o yıllarda. Fakat sonra hemen karşımızda, Berchtesgaden dağında oturan bir adamın (!) bütün bunları tuzla buz edebileceğini hiç düşünmemiştik..." Stefan Zweig üzerindeki bütün baskılara karşın yazdı durdu, son gününe kadar. Ve yazdıkları günümüzde de hep güncel!<br /><br />Tarihi yapılar arasındaki ortaçağ sokaklarını aydınlatıyor fenerler. Otele dönerken önünden geçtiğimiz kahvehanelerden, lokantalardan, şaraphanelerden, ışık süzülüyor. Tarihi dar ara geçitlerin birbirine bağladığı sokaklar şimdi ıssız. Dükkânlar çoktan kapanmış, Cafè Tomaselli'de, Cafè Bazar'da, Schatz'da, Demel'de, Fürst'te müşteriler azalmış. Beyaz önlüklü şirin kızlar keyifle masaları siliyor, iskemleleri topluyor. Hotel Stein'ın terasından karşı tepeler, ışıklar içinde orta çağ kalesi Hohensalzburg...<br /><br /></span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-36710184797500060772023-12-03T12:06:00.000-08:002023-12-10T12:06:52.859-08:00Gerçekle düş arasında bir dünyaya yolculuk<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Cumhuriyet, 3 Aralık 2023</span></b></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Münih - Ahmet Arpad</b><br /><br />Buluşu olan "uçan bisiklet" ile uçmasını ömrü boyunca becerememiş olan Gustav Mesmer, doktorlar "Bu adam şizofrendir" dediği için 1929-1949 yılları arası güney Almanya'nın ünlü manastırlarından Schussenried'in psikiyatri kliniğinde geçirmek zorunda kalır. Bugün tüm binaları ziyarete açık manastırın Rokoko kütüphanesi Almanya'nın görülmeye değer tarihi eserlerinden sayılıyor. Freskleri, sütunları, küçük kubbeleriyle kütüphaneden çok bir kiliseyi andıran bu yapı özellikle Stuttgart'tan Konstanz Gölü'ne ya da güney Bavyera'ya yapılan gezilerde mutlaka uğranması gereken bir yer. Az ötede Steinhausen'da "dünyanın en güzel köy kilisesi" olarak kabul edilen Barok yapı yükseliyor geniş ovada. <br /><br />Aynı yol üzerinde, otomobille bir saat uzakta, Wies Kilisesi bir dünya kültür mirası. Geçenlerde yapılışının 250. yılı kutlanan bu Rokoko kiliseye ziyaretçiler Avrupa'nın en uzak köşelerinden akın ediyor. Çünkü Wies kutsal bir yer, bir dilek kilisesi olarak kabul ediliyor. Anlatılanlara göre 1738'de köylü kadın Maria Loy evinin tavan arasında bulduğu "Çarmıha gerilmiş İsa" heykelini aşağı indirir, tozunu alıp oturma odasında bir köşeye yerleştirir. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra bir akşam duası sırasında gördüklerine inanamaz. İsa'nın gözlerinden yaşlar akmaktadır. Bu inanılmaz olay yörede yıldırım hızıyla duyulur. Ve aradan birkaç ay geçtikten sonra da köylü kadının evinin yanı başında alelacele inşa edilen küçük kiliseye taşınır. Bugünkü dev kilise ise 1754 yılında kapılarını açar dindarlara. Derdine çare arayanlar o günden bugüne, sadece kırk insanın yaşadığı küçük Wies köyünde bir tepenin üzerinde bütün azametiyle yükselen kiliseye taşınıp duruyor.<br /><br /><b>BAROK YAPILARIN KUBBELERİ</b><br /><br />Savaşlarla geçen 17. yüzyıl Almanya'da Katolikliğin yeniden güçlenmesine neden olur. Daha iyi bir gelecek arayan insanlar özellikle Güney Almanya'da birbiri ardına inşa edilen kiliseleri doldurur. Yüksek, havadar, aydınlık Barok yapıların büyük kubbelerinden ve sütunlarından aşağı bakan figürler yepyeni bir vizyon peşindeki insanları çeker. Yapılardaki dinamiklik, yücelik, fresklerdeki ışık-gölge oyunları, dindarları gerçekle düş arasındaki bir dünyaya götürür!<br /><br /><b>HORVÁTH'IN YAŞAMI </b><br /><br />Yine bir saat ötede, Bavyera Alpleri'nin eteklerinde küçük bir kasaba. "Dinlendirici huzuru burada bulacağımı hemen seziyorum..." Avusturya edebiyatının ünlü yazarı Ödön von Horváth 1923 yılında Murnau'ya geldiğinde ilk sözleri böyle olmuştu. Kısa yaşamının en önemli on yılını Alp Dağları manzaralı, göl kıyısındaki bu güzel yörede geçirdi, en önemli yapıtlarını burada yazdı. Horváth, bohem denebilecek Murnau yaşamında çoğunlukla kahveleri ve birahaneleri dolaşır, oturur gazetesini okur, çevresini inceler, notlar alır ve birasını yudumlardı. Tiyatro eserlerinde küçük burjuva insanlarının gizli kalmış kötü yanlarını ortaya koyan, onları iğneleyici ve acı bir alayla taşlayan Horváth'ın yaşamı 1930'lu yıllara girildiğinde büyük bir değişim geçirir. Yaklaşmakta olan nasyonal-sosyalist tehlikeyi çok çabuk sezer. Karşı çıkar. Korkan dostları onu terk eder. Horváth Murnau'dan uzaklaşır, Viyana'ya yerleşir. Çeşitli tiyatro eserlerinin yanı sıra "Allahsız Gençlik" adlı ünlü romanını da yazar. Naziler Horváth'ı yazarlar derneğinden atarlar, romanını da yasaklarlar.<br /><br />Murnau ve çevresi 1900-1940 arasından sayısız sanatçının huzur içinde yaşayıp yeni esintiler ve düşüncülerle kişiliklerini bulduğu, geliştirdiği bir yöre olmuştu. Burada göl kıyısında yıllar geçiren ünlüler arasında soyut resimleriyle ün kazanmış olan ekspresyonist Vassili Kandinski ile öğrencisi ve sevgilisi Gabriele Münter'i de unutmamak gerekir. Dostları Franz Marc da sık sık Murnau'ya onları ziyarete gelirdi.Ormanlar, tepeler, dereler, göller, tahta evler... Dinlendirici huzur burada, Bavyera Alpleri'nin eteklerinde.</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-29193339172059743572023-11-25T12:08:00.000-08:002023-12-10T12:09:18.218-08:00Yeni Bir Yemek Kültürü Gerekli<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24, 25.11.2023</span></b></p><p><b><span style="font-family: arial;">Ahmet ARPAD</span></b></p><p><span style="font-family: arial;">Genci yaşlısı, zengini fakiri, kadını erkeği, sokakta, trende, otobüste, tramvayda, metroda bir şeyler yiyip, içiyor. Her yer herkese bir lokanta! Almanya'da kahvaltı, öğle ve akşam yemekleri için evindeki masa yerine sokakları, toplu taşıma araçlarını yeğleyenlerin son yıllarda gittikçe arttığı dikkat çekici. Tramvayda, otobüste otururken arkadaki yolcunun yüksek sesle cep telefonuyla konuşması, yanınızdakinin elindeki karton bardaktan kahvesini içmesi, arkanızdakinin iştahla sosisli veya salamlı sandviçini yemesi artık çok alışılmış! Eğer rahatsız oluyorsanız ya ineceksiniz ya da yerinizden kalkıp kendinize başka bir yer arayacaksınız. Rahatsız olduğunuzu yolcuya söylemek hakkınız yok!<br /><br />Gittikçe daha çok insanın artık "uluorta" yiyip içmesi tabii başka sorunları da beraberinde getirdi. Kentlerde lokantalar azalırken kıyıntı büfelerinin sayısı arttı. Kapanan bir Alman lokantasının yerine bir başka Alman lokantası açılmıyor. Hangi kente giderseniz gidin yöresel Alman yemeklerinin tadına varmak için çok aranmanız gerekiyor. Kapanan "Hirsch", "Löwe", "Adler"in yerine "La Piazza", "Shangai", "La Ferté", "Topkapı" açılıyor. Ancak yabancı mutfağından spesiyaliteler sunan bu yerler de ne yazık ki işi pek çeviremedikleri için olacak, tutunamıyor, kısa süre sonra kapanıyor. Yerine bir başka yabancı lokanta açıyor.<br /><br />Ülkede yemek alışkanlıkları nesiller değiştikçe gerilerken Alman mutfağı da özelliğini yitiriyor. İnsanlar gündüzleri sağdan soldan aldığı abur cuburla ayaküstü karın doyuruyor. Akşam eve giderken de köşedeki süpermarketten temin ettiği "dondurulmuş hazır yemeği" fırında çabucak ısıtıp televizyon karşısında yiyor. Bilgisayar ve cep telefonlarının gittikçe hızlandırdığı günlük yaşam, geleceğe güvenin yitirilmesi, zar zor bulduğu mesleği yitirip işsiz kalma korkusu, genç nesil insanının yaşamını değiştiriyor. On sekiz yaş üzerinde 22 milyon insanın tek başına yaşadığı ülkede günlük yaşamda yemeğin artık pek önemi kalmadı. Günde üç öğün yemek için alışverişe gitmeye, mutfağa girip pişirmeye, masa başına oturup yemeye ve bulaşık yıkamaya her gün en az iki saat ayırmak, hızlı yaşamak zorundakiler için artık olanak dışı!<br /><br />Nestlè şirketi birkaç yıl önce bir araştırma yapmıştı. Almanya'da insanların gıdalanması üzerine yapılan bu bilimsel araştırmanın açıklanan sonuçları ürkütücüydü. Her yaş grubundan toplam on bin kişiyle görüşülmüş. 14-29 yaş arasındakiler çoğunlukla fast-food'la besleniyor. Araştırmaya katılanların yüzde otuzu sadece hafta sonunda ocağın başına geçip yemek pişirdiğini açıklamış. Çoğunluk için önemli olan lokantaya gittiğinde ucuz ve büyük porsiyonlarla karnını doyurabilmesi. Nestlè'nin araştırmacılarına göre yemek pişirirken kullanılan malzemelerin sağlıklı olup olmadığı, hele gençler için, pek o kadar önemli değil. Yanlış gıdalanan toplumun yüzde 50'si çok şişman, 7-12 yaş arasındaki çocukların yüzde 20'si hastalık derecesinde fazla kilolu.<br /><br />Hemen hemen her akşam, herhangi bir televizyon kanalında ünlü bir aşçı yanına aldığı bir ünlüyle "yemek pişiriyor"! Güle konuşa, çok keyifle güzel görünümlü bir şeyler pişiriyorlar. Fakat program bittikten sonra ne pişirmiş oldukları ve ne de tarifi, izleyicinin pek aklında kalmıyor. O sadece bu şovla televizyon karşısında güzel zaman geçirmiş oluyor. Yeni evlenen veya daha büyük bir eve taşınan çiftler mutfak dekorasyonuna çok önem veriyor. Kısa süre sonra içinde pek yemek pişirilmeyen şık ve gösterişli mutfaklara ailelerin yaptığı ortalama harcama 10 bin Avro! Araştırmayı yapanlar: "Gıdalanma toplumun aynasıdır" diyor. "Alman toplumuna yeni bir yemek kültürü gerekli".</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-66845962910055736522023-11-19T02:30:00.000-08:002023-11-20T01:23:04.263-08:00Balkon konuşması<p style="text-align: right;"><span style="font-family: arial;"><b>Cumhuriyet, 19 Kasım 2023</b></span></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet Arpad </b><br /><br />Hitler, 15 Mart 1938 günü Viyana Hofburg Sarayı'nın balkonundan Kahramanlar Alanı'nda kendisini dinleyen 250 bin Viyanalıya çok sözler verir. "Alman ulusunun önderi ve şansölyesi olarak doğduğum ülkenin Alman Reich'ına katıldığını bugün tarih önünde ilan ediyorum!" <br /><br />Partisinin ülkeye yeni bir düzen getireceğini, işsizliğe kesinlikle çıkar yol bulacağı sözünü verir. İnsanlar onun içi boş sözlerine inanır. Hitler doğduğu ülkeyi dirençsiz teslim alır çünkü çoğunluk onun arkasındadır. Çaresizlik içindeki toplumun peşinden gideceği başka lider yoktur. Hitler, sudan sebeplerle sol görüşlü karşıtlarını ve aydınları tutuklatıp kamplara attırır. <br /><br /><b>TEPKİSİZLİKLE DESTEK</b><br /><br />Bilim insanları ve yazarlar yurtdışına kaçar. Bunlardan 130'u 1933'ten sonra ailesiyle birlikte Atatürk Türkiyesi'ne sığınır. 11 Mart 1938 tarihinde, Avusturya'ya el koyduktan dört gün sonra o ünlü balkon konuşmasını yapan "Führer" artık iyice güçlenmiştir. <br /><br />Kısa süre sonra Yahudilere yapılan eziyetler artar. Bundan 85 yıl önce, 9 Kasım 1938 gecesi Almanya ve Avusturya için "Kristal Gece"dir. Binlerce işyeri yağmalanır, 270 sinagog yakılır, Yahudiler öldürülür. Tam bir cinnet geçiren Hitler ve şürekâsı gerçek yüzünü çok çabuk göstermiştir! Akıllı bir propagandayla misyonlarını çok mükemmel sahneleyen Naziler, geleceğinden ümit kesmiş kültürsüz yığınların kolayca kandırılıp elde edildiğini çok güzel başarmıştır! Almanya'da ve Avusturya'da insanların çoğunluğu bütün olumsuz gelişmelere karşın ağızlarını açmamakla, kulaklarını tıkamakla ve gözlerini kapatmakla Hitler'e destek vermiştir! Ve halkın bu ilgisizliği onun gibi bir despotun son bin yılın en dehşetli katliamını işlemesine yol açmıştır! İşte o süreçte ve ardından gelen gelişmelerde Viyana'daki ünlü "balkon konuşması" çok önemli bir rol oynamıştır! <br /><br /><b>ŞARLO'NUN ALAYI</b><br /><br />Kahramanlar Alanı'nda, Avrupa'yı Türklerden kurtarmış olan Prens Eugen'in dev heykelinin yanı başında durmuş Hitler'in o konuşmasını yaptığı balkona uzun uzun bakarken birden aklıma Şarlo'nun "Büyük Diktatör" filmi geliyor. Geçen yüzyılın en büyük sinema artisti ve rejisörü Chaplin, 1940'ta çevirdiği bu ilk sesli filminde Nazi Almanyası ve Hitler ile çok güzel alay eder. Onun diktatörlüğü ve faşistliğini alay konusu ederken izleyiciyi düşündürür ve hüzünlendirir de. "Büyük Diktatör" sayısız unutulmaz başarılı sahne ile doludur. Üzerine dünya haritası çizilmiş büyük bir balonla dans edişi ve alandaki binlere anlaşılmaz bir dilde yaptığı "balkon konuşması" çoktan sinema tarihine geçmiş ünlü sahnelerdir! Balkondaki Hinkel (Şarlo) kimi zaman çok öfkelidir, kimi zaman çok yumuşaktır. Charlie Chaplin bu sürekli değişimle Hitler'in nasıl dengesiz birisi olduğunu göstermek ister. Hele ağzından çıkanların tek kelimesi bile anlaşılmayan "Führer"e yığının coşkuyla haykırışı bu deha insanın hınzırca bir buluşudur! <br /><br />Şarlo'nun ömrünün son 25 yılını geçirmiş olduğu Leman Gölü kıyısındaki Vevey'in yamaçlarındaki tarihi villası 2016'dan bu yana eşsiz bir müze. Yolu oralara düşenin görmesi zorunlu.</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-2765869459511749132023-11-19T01:24:00.000-08:002023-11-20T01:24:44.545-08:00Ağaç Olmadan İnsan Yaşayamaz...<p style="text-align: right;"><span style="font-family: arial;"><b>Toplum24, 19 Kasım 2023</b></span></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet ARPAD</b><br /><br />Bundan 13 yıl önce. Tarih 30 Eylül 2010. Stuttgart tren istasyonunu yerin altına alma çalışmaları nedeniyle kent merkezindeki 25 tarihi ağacın kesilmesini engellemek isteyen kadınlı erkekli, genç, yaşlı binlerce kişiye gaz ve tazyikli su sıkan, onları sert coplarla döven polis, altısı ağır olmak üzere dört yüz kişinin yaralanmasına neden olmuştu. Bu olay beş ay sonraki seçimlerde eyalet başbakanının başını yemiş, açılan ve uzun süren davalar sonucu kent emniyet müdürüyle beş polis değişik cezalara çarptırılmış, ağır yaralılara da yüksek tazminatlar ödenmişti!<br /><br />600 bin nüfuslu Stuttgart'ın yüzde yirmisi yeşil alanla kaplı. Kent göbeğindeki parkın altı kilometrekarelik parkının yolları ve çayırları her mevsim insan dolu. Bu sıcaklarda rahat bir nefes almak isteyenler kent merkezine 10 dakika ötedeki Killesberg tepesinin çimenlerini, açık yüzme havuzunu veya az ötede başlayan ormanın serin yollarını yeğliyorlar. Kısa süre önce orada ibret verici bir şey yaşandı! Stuttgart Belediyesi'nin Bahçeler Müdürlüğü elemanları ellerinde resmi izin olmadan Killesberg'de villara yakın bir yamaçtaki yedi ağacı 'hastalıklı' deyip birkaç saat içinde kesiverdi. Çevrede oturanlar ayağa kalktı, olay gazetelere yansıdı, belediye özür diledi, sorumluları da ihtar etti. Şimdi yedi ağacın kesildiği yere ondört yeni ağaç dikildi...!<br /><br />Bütün Avrupa'da olduğu gibi Stuttgart'ın yakınlardan başlayan Karaormanlar'da da yağmursuzluktan ve hava kirliliğinden ağaçlar ölüyor. Otomobil egzozlarının değiştirilmesi, yeni benzin türlerinin denenmesi, fabrika bacalarına özel filtreler takılması pek işe yaramıyor. Karaormanlar'da yapılan yürüyüşlerde ağaçların yaşam savaşını yakından görmek mümkün. Ağaçlara zarar veren kükürt dioksidi, azot oksidi, yeraltı sularındaki nitratlar ve sebze-meyvenin ekildiği topraklardaki çeşitli asitler kanser hastalığının da baş nedenlerinden biri. Amerikalı bilim yazarı Peter Brennan, 'The Ends of the World' adlı kitabında açıkladığına göre insanoğlu karbondioksit sorununu çözemezse dünyamız bu yüzyılın sonunda 4.5-5 derece ısınacak.<br /><br /><b>Ağaç olmadan insan yaşayamaz</b><br /><br />Asya'nın en büyük ormanlarını barındıran Endonezya zengin ülkelerin çikolata, krem, çamaşır tozu gibi gereksinimlerini karşılayabilmek için gereken palm yağını kazanmak amacıyla ülkesinde her yıl 620 bin hektar ormanı yok ediyor. Dünyamızdaki tropik ormanların üçte ikisini bünyesinde barındıran Brezilya da Amazonlar bölgesinde yıllardır 'tarıma yer açıyoruz' diyerek her yıl yaklaşık 8 bin kilometrekare ormana kıyıyor! Fakat Endonezya ve Brezilya ormanları dünyamızın 'yeşil ciğeri'...<br /><br />Ağaç olmadan insan yaşayamaz, çünkü ağaç insanın neden olduğu hava kirliliğinin yüzde 50'sini temizler. Bir hektar ladin ormanı yılda 32 ton, bir hektar kayın ormanı yılda 68 ton, bir hektar çam ormanı da 30-40 ton karbondioksit yüklü havayı emiyor. Sadece bir kayın ağacı saatte 1,5 kilogram oksijen üretiyor. Ağaç yaşlandıkça insanlara yararı artıyor. Örneğin 100 yaşındaki, 35 metre yüksekliğindeki bir kayın yılda 2,5 ton karbondioksit filtre edebiliyor. Bu nedenle endüstri ülkelerinin büyük kentlerinde yeşil alanlar çok önemlidir. Avrupa'nın en büyük parklarına sahip, çevresi ormanlarla kaplı Viyana'da kişi başına 25 metrekare yeşil alan düşerken, her gün 4 milyon aracın yollarını aşındırdığı dev kent İstanbul'da bu alan bir metrekarenin altında. Sağlıklı bir yaşam için ise en az on metrekare gerekiyor!<br /><br />Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) güncel açıklaması tüyler ürpertici: Avrupa'nın büyük kentlerinde yaşayan insanların yüzde doksanı ciğerlerine zehirli hava çekiyor! WHO'ya göre 2016 yılında tam 7 milyon insanın (600 bini çocuk) erken ölümünün nedeni hava kirliği. Sadece Brezilya'nın tropik ormanları her yıl dünya insanlarının neden olduğu 8 milyar ton karbondiyoksidin 2 milyar tonunu 'depoluyor', bizi zehirlenip ölmekten kurtarıyor! 'European Study of Cohorts for Air Pollution Effects'in (ESCAPE) bir araştırması da ciğer kanseriyle kalp yetmezliğinin ana nedeninin hava kirliliği olduğunu kanıtlıyor. İsviçre'nin Bern Üniversitesi birkaç yıl önce uyarmıştı: „Küresel ısınma emsalsiz boyutta, son 2000 yılın en hızlı seviyesinde. Dünya Meteroloji Örgütü'nün (WMO) en son açıklamasına göre de 2022 yılında yaşanan iklim sorunları sonucu sadece Afrika'da yaklaşık 5 bin insan yaşamını yitirmiş. Bunlardan yüzde 48'inin ölüm nedeni kuraklık, yüzde 43'ünün de sel felaketleri olmuş.<br /><br />Önce ağaçlar ölüyor! Sonra da insanlar mı?</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-36818458762902425532023-11-12T05:47:00.000-08:002023-11-17T05:48:34.841-08:00Şampanyalar, Havyarlar, Istakozlar<p style="text-align: right;"><span style="font-family: arial;"><b>Toplum24, 12 Kasım 2023</b></span></p><p></p><p><span style="font-family: arial;">Bulgari, Tiffany, Heuer, Chopard... İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Vitrinler kolye, küpe, yüzük, kol saati dolu. Her şey pahalı mı pahalı. Altın, platin, gümüş. Pırıl pırıl, ışıl ışıl camekânlar gözleri kamaştırıyor. Birkaç müşteri var, onlar da pek Alman'a benzemiyorlar. Kadınlar alışveriş yapıyor, adamlar sohbet ediyor.Paralı Doğu Avrupalılar olmalı. Bin beş yüz değişik parfümün satıldığı şık Beauty Department'e hiç uğrayan yok. Bir kat yukarıda Gucci, Dior, Chanel. Burada da müşteriden çok personel var. Güzel kızlar elleri önlerinde gülümseyip bekleşiyorlar. Her taraf şık, ışıl ışıl, modern, bakımlı. Satılanlar güzel ve çekici. Gereksinimi olmasa bile bir şeyler almak istiyor insan. Tabii cebinde parası varsa!<br /><br /><b>AVRUPA'NIN EN BÜYÜKLERİNDEN</b><br /><br />Günlerden çarşamba, öğle üzeri. Avrupa'nın en büyük satış merkezlerinden Berlin KaDeWe'nin bütün katları bomboş, in cin top oynuyor. Dev mağaza 116 yaşında, 60 bin metrekare alana yayılmış. Burada 380 bin çeşit eşya satışa sunuluyor. Sabahtan akşamın geç saatlerine kadar iki bin (!) personel müşteri bekliyor. Katları birbirine altmış dört yürüyen merdivenle yirmi altı asansör bağlıyor. Korona öncesine kadar günbegün elli bin insanın ziyaret ettiği söylenen KaDeWe geçmişini mumla arıyor. Batı Avrupa'nın bu dev mağazasını dünya savaşları bile sarsamamıştı. Hitler daha 1933 yılında Yahudi aile Tietz'i satışa zorlayıp KaDeWe'ye el koymuş, başına da Aryan birini getirmişti!<br /><br />On yıl sonra bir Amerikan savaş uçağının üzerine düşmesiyle harap olan mağaza 10 Temmuz 1950'de yeniden açıldığında 180 bin Berlinli coşkuyla kapılarına saldırmıştı. KaDeWe aynı hücumu 9 Kasım 1989 günü duvarın yıkılmasıyla yaşamıştı. On binlerce Doğu Berlinli önünde uzun kuyruklar oluşurmuştu.<br /><br />Berlin'i ziyaret eden her turistin uğradığı söylenen KaDeWe'nin bugün sadece üst iki katı dolu. İran'ın havyarları, Fransa'nın şampanyaları, adını bilmediğiniz ülkelerin şarapları, uzakların narenciyeleri, Pasifik adalarının egzotik yiyecekleri otuz şarküterinin vitrinlerini dolduruyor. Kat kat, dizi dizi peynirler, dev jambonlar, yer mantarları, dört yüzün üzerinde ekmek ve sandviç çeşidi... Parisli Lenôtre'nin vitrinlerinde, sabahın altısında Fransa'dan uçakla gelmiş, olağanüstü görünümde ve lezzette pastalar, ağızda eriyen inanılmaz çeşitte fondanlar. Bu kat hiçbir krizden etkilenmeyen insanlarla dolu. Cepleri paralı, giyimleri şık mı şık hanımlarla beyler ayaküstü bir şeyler atıştırıyor, şampanya yudumluyor.<br /><br />Istakozlar, istiridyeler, havyarlar, füme balıklar onları bekliyor. Biz ise en üst kattaki self-servis lokantayı yeğliyoruz. Aşçıların gözünüzün önünde hazırladığı değişik yemekler çekici. Adam başı en az 30 Avro'ya karnınızı doyurduğunuza değiyor. Berlin ayağınızın altında.<br /><br />Az onra Unter den Linden Bulvarı'ndayız. Café Einstein'da masalar dolu. Berlin'de yaşayan edebiyatçı bir tanışla Viyana kahvesi yudumlayıp Sacher Torte yerken yayın dünyasının son yıllarda yaşadığı krizden söz ediyoruz. Parlamento az ötede. Sorduğumuz garson kız: "Başbakan Merkel görevdeyken ara sıra uğrardı, şimdiki başbakan Scholz ise adımını henüz içeri atmadı", diyor.</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-11404964369014844992023-11-05T01:23:00.000-08:002023-11-20T01:23:52.232-08:001494'te Almanya'ya yerleşen Türk<p style="text-align: right;"><span style="font-family: arial;"><b>Cumhuriyet, 5 Kasım 2023</b></span></p><p><span style="font-family: arial;"><b>STUTTGART – Ahmet Arpad</b><br /><br />Dar, uzun bir cadde. Arnavutkaldırımı döşeli. Eski ortaçağ evleri bir kolyenin incileri gibi dizilmiş iki yanına. İkişer üçer katlı. Tahta, balçık, tuğla, taş karışımı bir işçilik var bu rengârenk yapılarda. Hepsi elden geçmiş, bakımlı. Kırmızı kiremit kaplı damları dik. Sanki bir minyatür kentin oyuncağı andıran evleri! Otel ufacık, dar, odaları küçük, pencereleri minnacık, tavanlar alçak mı alçak. Her yan tahta kaplı, orta yerdeki yüksek yatak kocaman, yastıkları, yorganı kuştüyü. Üçüncü katın penceresinden görünen, dar, uzun cadde küçük kent Besigheim'ın merkezi. Araç trafiğine kapalı. Evlerde pek oturan yok. Bürolar, butikler, lokantalar, küçük barlar, pastaneler, çiçekçiler, kafeler, butik pansiyonlar... <br /><br />Yazdan kalma bir gün. Havalar hâlâ güzel. Her yana iskemleler atılmış, masalar hazırlanmış, keyifli insanlar beyaz şemsiyelerin altına kurulmuş. Garson kızlar koşuşturuyor. Salata dolu tabaklar, güzelin güzeli pastalar, rengârenk dondurmalar, köpüklü biralar, kadehlerde buz gibi şaraplar... Günlerden cumartesi. Az ötede, evlerden büyükçe, tarihi belediye binası. Önünde dört köşe bir alancık. Ortasında suları fışkıran, ortası havuzlu bir çeşme. Çevresinde oturanlar, çene çalıp, gülenler, güneşin iliklerini ısıttığı mutlu insanlar, yaşlısı genci...<br /><br /><b>ALIŞVERİŞ SONRASI İTALYAN KAHVESİ</b><br /><br />Pazaryeri bu şirin alan cumartesileri. Tezgâhlarını kurmuş yöre köylüleri alacakaranlıkta. Getirmişler pazara tarlaları, bahçeleri o hafta ne vermişse. Salatalar, elmalar, patates ve soğanlar yığın yığın, öbek öbek. Alanın üç bir yanı yine tarihi evlerle kaplı. Tümü de elden geçmiş, bakımlı. Pencereler, kapıları, panjurları tahta oyma, üstün bir işçilik. Üç kattan yükseği yok. Daha ortaçağda dikkat etmişler demek kentlerde düzene... Alanın bir köşesinde yan yana çiçekçi tezgâhları. Rengârenk her şey. İnsanından sebzesine, çiçeğinden tarihi yapısına. Güneş iyice yükseliyor, öğle yaklaşıyor. Otelin önünde kadınlı erkekli şık insanlar söyleşip gülüşüyor. Ellerde şampanya kadehleri, kırmızı beyaz şaraplar, köpüklü fıçı biraları. Bir şey kutluyorlar gibi. Uzun beyaz önlüklü garsonlar gümüş tepsilerde siyah havyarlı, füme balıklı, İsviçre peynirli küçük ekmek dilimleri taşıyor dışarı. Pazaryerinde alışverişi bitirenler İtalyana uğruyor, espresso, capucino içmek, leziz dondurmalardan tatmak, eve gitmeden önce tanışlarla biraz çene çalmak, günün keyfini çıkarmak için...<br /><br />Alandan kiliseye uzanan yolda çalgıcılar. Trompet, kontrbas, saksofon. Çaldıkları havalar oynak. Başlarında kapkara koca şapkalar. Sakallar uzamış. Şakalaşıyorlar yanlarından geçenlerle, durup dinleyenlerle, yere açtıkları örtücüğe para atanlarla. Doğu Avrupalılar galiba. Sanki bir yerden gözüm ısırıyor. Prag'da, IV. Charles Köprüsü'nde görmüş olmayayım kısa süre önce! Kim bilir? Yol yokuşlaşıyor. Yükseliyor kiliseye doğru. Aşağıda küçük ırmak pırıl pırıl, su dolu. Üzerinde bembeyaz bir gezinti gemisi. <br /><br /><b>HANS TÜRK</b><br /><br />Sonra sağda bir sokak. Daracık, küçük. Adı çok ilginç: "Türk Sokağı"... Ne işi var burada? 1494'te Besigheim'a bir Osmanlı Türkünün yerleştiği biliniyor. İtalya'dan gelmiş olabilir. Hıristiyanlığı kabul ediyor ve kayıtlara adı Hans Türk olarak geçiyor! Az sonra karşımızda, tepemizde, her şeye yukarıdan bakan kilise. Devasa. İnsanın üstüne üstüne geliyor. En büyük o! Ondan yücesi yok. Bastırıyor kasabayı, altında eziyor yemyeşil doğayı, yaşam dolu evleri, mutlu ve özgür yaşamı özleyen bireyleri...<br /><br />mail@ahmet-arpad.de</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-57860185113750750982023-10-29T06:48:00.000-07:002023-11-17T05:50:36.965-08:00"O'nun peşinden gittiği güç, sevginin gücüydü!"<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">TOPLUM24, 29 Ekim 2023</span></b></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşunun 100. Yıldönümünde Mustafa Kemal...</b></span></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet Arpad</b><br /><br />Herbert Melzig Ortadoğu'yu çok iyi tanıyan bir Alman tarihçiydi. Kitaplarında ve araştırmalarında özellikle İran'ı ve Türkiye'yi ele almıştır. Daha çok Mustafa Kemal Atatürk'ün yaşamı ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Herbet Melzig'in ilgisini çekmiştir. Oldukça iyi Türkçe konuşan ve 1937-1947 yılları arasında Türkiye'de yaşamış olan tarihçi Melzig, Atatürk'ün misafiri olma ve masasında oturma şerefine de erişmiştir.<br /><br />Herbert Melzig'e göre, Mustafa Kemal Atatürk ile Anadolu'da binlerce yılın derinliklerinden kahraman bir ruh doğmuş ve aydınlığa yükselmiştir. "Mustafa Kemal, yeryüzünün bu bölgesindeki, başkalarına kul olmuş bütün uluslara özgürlüğe giden yolu göstermiştir. O, Nil'in kıyılarından Çin'in akarsularına kadar toplumlar için bir efsanedir. Şimdi O kendi insanlarının ortasında durmuş çevresine ışıklar saçıyor. Bir yaşlının bütün bilgeliği ve bir gencin sonu gelmeyen enerjisi ve kararlılığı ile gerçekleştirdikleri bütün dünyanın hayranlıkla seyrettiği etkileyici bir oyundur. Yüce bir insanın milletine ve insanlığa olan aşkıdır..."<br /><br />Herbet Melzig için Atatürk, doğunun tarihinde yepyeni bir döneme imzasını atan ve emperyalist Avrupa'nın anlayışlarının yanlış olduğunu kanıtlamayı başaran kişidir. "Türklerin İstiklâl Savaşı Avrupalılar'ın Ortadoğu düşlerine son vermişti." Osmanlı'nın sonunu, Türklerin İstiklal Savaşı'nı, düşmanı Anadolu'dan atmalarını, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu ve devrimlerin tasarlanıp gerçekleştirilmesini yaşamış olan Herbert Melzig'in gözünde, Mustafa Kemal tarihten gerçekten bir şey öğrenmiş olan ender devlet adamlarından biridir. Bütün mücadele ve kavgaları milleti içindi.<br /><br />"Avrupa basını yıllar boyu yeni Türkiye'ye kötümser bakar, gereksiz suçlamalarda bulunurdu", diyor Melzig. "Fakat Türkiye Cumhuriyeti her defasında bunların gerçekdışı olduğunu kanıtlamıştır. Mustafa Kemal'in sentezine göre, Türk bilinci batıdan alınan form ve maddeleri kabul etmeli, fakat ona bağımlı değil yaratıcı olmalıdır, güven içinde kendi geleceğini kendi yaratmalıdır."<br /><br />Melzig'e göre, Tanrı Mustafa Kemal'i bu göreve getirmemiş olsaydı, çok gizemli bir güç O'nu heyecanlandırıp peşinden sürüklemeseydi, O padişahın bir yaveri kalacak, hatta belki de Müslümanların halifesi olacaktı.<br /><br />Alman tarihçi Herbert Melzig "Kemal Atatürk, Osmanlı'nın Çöküşü, Türkiye'nin Dirilişi" adlı kitabında (Çeviri: Ahmet Arpad) 1919 yılında Mustafa Kemal'in Samsun'dan başlattığı ulusal savaşın sonunda vatanı dış düşmanlardan nasıl kurtardığını, yüzlerce yıllık şark tarihini nasıl tasfiye ettiğini ve iç düşmanlara karşın Anadolu'da nasıl çağdaş bir cumhuriyet kurduğu anlatıyor.<br /><br />Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş günlerini de şöyle ele alıyor: "Cumhuriyet 'Evi'nin kaba inşaatı bitmiştir. Mustafa Kemal halkını, bütün insanların 'Ev'i olacak bu binaya girmeye ve her yanını sağlamlaştırıp inşaatı bitirmeğe davet eder." Yazar 'Ev'in sorumluluğunun yavaş yavaş yaratıcısından işçilere geçtiğini anlatır. Ona göre yeni 'Ev'in sağlamlaştırılması, her yanının donatılıp döşenmesi daha onlarca yıl sürecektir. "Yaratıcısı günün birinde dudaklarında bir gülümseme gözlerini kapatırken mutlu olacaktır. Çünkü biliyordur, insanları uyanıktır ve de çalışkandır. Onlar gerçek bir cumhuriyetin uzakta ışıldayan hedefinin ne olduğunun bilincindedirler: Sulh ve refah!"<br /><br />"Kemal Atatürk" kitabında Herbert Melzig yeni Türkiye'nin yeğlediği dürüst ve gerçekçi bir politika ve attığı ileri adımlarla başarıya ulaştığını anlatıyor. "Dünyada bu politika eşsizdir ve onu taklit eden çıkamaz", diyor Melzig. "Mustafa Kemal Türk milletinin gücünün sınırlarını görüp anlamasını başarmıştır. Bu, manevi açıdan inanılmaz bir zaferdir. Bu, Avrupa'nın pek söz etmek istemediği Kemalist ideolojinin bir zaferidir."<br /><br />Herbert Melzig'in, 1937 yılında yazılmış ünlü "Kemal Atatürk - Osmanlı'nın çöküşü, Türkiye'nin dirilişi" kitabından başka Türk tarihi ve edebiyatı ile ilgili başka eserleri de vardır. Amaçlarından biri, batının yeni Türkiye'ye karşı beslediği önyargıların yanlışlığını kanıtlamak olan Melzig'in eserlerinden bazıları şunlardır: "Atatürk'ün başlıca nutukları 1920-1938", "Atatürk bibliyoğrafyası" (1941), "İnönü diyor ki" (1944) ve 1954 yılında Sabahattin Ali öykülerinden Almanca'ya çevirdiği "Anadolu öyküleri". Bu kitapların yanısıra Aziz Nesin'in de bazı eserlerini Almanca'ya kazandırmıştır.<br /><br />"Kemal Atatürk - Osmanlı'nın çöküşü, Türkiye'nin dirilişi" eserinin yazarı tarihçi Herbert Melzig, o dönemi yaşamış çok önemli bir tanıktır. Onun gözünde Atatürk, o yıllarda Avrupa'yı yönetenlerin tam karşıtı bir devlet adamıydı. Türkiye'de yaşadığı dönemde İstanbul Edebiyat Fakültesi'nde ve Ankara Tarih Fakültesi'nde dersler vermiş olan Alman tarihçinin şu anısı ilginçtir: "Naziler 'Atatürk Bibliyoğrafyası' kitabıma dış politika çıkarları ve umutları nedeniyle önce ses çıkarmamıştı. Ancak 1943 yılına gelindiğinde Gestapo hepsini toplatıp imha etmişti." O dönemin bir çok bilim adamı gibi Naziler'e hoş görünmeğe çaba göstermemiş olan Melzig, hatta bu gelişmeden gurur duymuş olduğunu anlatır anılarında.<br /><br />Herbert Melzig, Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün ardından şunları söylemişti: "O'nun peşinden gittiği güç, sevginin gücüydü! Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk'ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar."</span><br /></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-286054058475320202023-10-22T00:55:00.001-07:002023-10-23T00:56:16.800-07:00En Büyük Kabak 1041 kg<p style="text-align: right;"><b><span style="font-family: arial;">Toplum24, 22 Ekim 2023</span></b></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet ARPAD</b><br /><br />Stuttgart'a sadece on beş dakika uzaklıktaki Ludwigsburg sarayı 18. yüzyıldan kalma 452 odalı barok bir yapı. Her yıl yüz binlerce turistin ziyaret ettiği şirin kent porselen yapımıyla da ünlü. Rengârenk çiçeklerle dolu kocaman saray parkında geçenlerde ilginç '"Kabak Sergísi" açıldı. İsviçreli çiftçiler Martin und Beat Jucker'in girişimiyle Ludwigsburg sarayının parkında 2000 yılından bugüne her yıl güz aylarında kabaklar sergileniyor! Çeşitlisi. İrili ufaklısı, şişmanı, zayıfı, uzunu. Rengarenk tam 450 bin kabak! 600 çeşit!<br /><br /><b>Kabak çekirdeği de lüks</b><br /><br />Türk mutfağında kabak dendi mi, insanın aklına kabak dolması gelir, tatlısı gelir. Hepsi o kadar mı? Yemek kitaplarına bir göz atın, bakın kabakla daha neler neler yapılıyormuş. Kabağın zeytinyağlısı var, bayıldısı var, bastısını da unutmamak gerek. Sakızkabağından musakka yapıyorlar. Kabak reçeli için bal kabağı yeğleniyor, üzeri cevizli, kaymaklı tatlısı için de.Kabağın çekirdeği de var Televizyonun henüz Türkiye'ye girmediği yıllarda ılık yaz akşamları mahalledeki açık hava sinemasına giden dar gelirli ailelerin vazgeçilmez eğlenceliği kabak çekirdeği idi. Sudan ucuzdu. Günümüzde ise yanına yaklaşılamıyor. Mısır Çarşısı'nda kilosu iki yüz elli lirayı bulmuş! Zengin eğlenceliği bir lüks olmuş dar gelirlinin kabak çekirdeği...<br /><br /><b>Avrupa'nın en büyük kabağı</b><br /><br />25 Ağustos ile 3 Aralık 2023 arasında Ludwigsburg'da düzenlenen sergiye akın edenler rengarenk binlerce kabağın arasında geziniyor, sayısız etkinliğe katılıyor. 1 Ekim'de Almanya'nın en büyük kabağı tartıldı. Bu yılki kabak Hessen'den geldi. 782 kilo ağırlığında ve 3,5 metre çapında. 8 Ekim'deki yarışmada da Avrupa'nın en büyük kabağını seçtiler! Bavyeralı Luca Stöckl'ün yetiştirdiği kabak tam 1041 kilo ağırlığında! 2021 yılında İtalya'dan bir katılımcı 1226 kiloluk, çapı 5 metre kabağı ile dünya rekoru kırmıştı!<br /><br /><b>Bu rekoru 2023'de aşamadılar</b><br /><br />Burada sergilenen binlerce kabağın çoğu yörede yetişiyor. Birkaç kilometre uzaktan, Schiller'in doğum yeri Marbach'taki Rielingshausen çiftliğinde. Onları yetiştiren Käfer ailesinin Portekiz'de de kabak tarlaları var. Almanya'da iklim nedeniyle istediği ürünü almazsa kabakları oradan getirtiyor! Mutfaklarında kabağa bizim kadar yer vermeyen Almanlar ve İsviçreliler pek tadı tuzu olmayan Orta Avrupa kabakları ile son yıllarda yepyeni yemekler yapmağa başladılar. Sergi boyunca bu fantezi yemekler ziyaretçilere sunuluyor: Kabak çorbası, kabak mantısı, kabak eriştesi, kabak gofret, kabak kızartması, kabaklı pilav... Susayanlar kabak tadındaki köpüklü şarabı deniyor. Taş fırında yapılan kabaklı ekmek çok leziz. Kabaktan reçel, kabak ezmesi, kabak çekirdeğinden elde edilen yağ da tezgâhlarda meraklısını bekliyor.<br /><br /></span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-42338222216898952252023-10-15T12:20:00.002-07:002023-10-15T12:20:05.723-07:00Karaormanlar'dan Zürih'e...<p style="text-align: right;"><span style="font-family: arial;"><b>Toplum24/ALMANYA, 15 Ekim 2023</b></span></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet Arpad</b><br /><br />Karlsruhe'den Konstanz gölüne giden tren saat tam 08.09'da hareket etti. Baden-Baden ve Offenburg'dan sonra bütün yol Karaormanlar'dan geçiyor. Yamaçlar yemyeşil, üzerlerinde koyunlar, inekler, tepeler silme kayın, meşe ve çamın çeşidiyle dolu. Sıcak geçen bir yazın ardından bu güzel yörede güz kendini gösteriyor. Sular köpüre köpüre akıyor, kimi yerde küçük çağlayanlar oluşuyor.<br /><br />Bir buçuk saatlik yolculuğun ardından indiğimiz Triberg dar bir vadinin yamaçlarına kurulmuş, şifalı suları ve guguklu duvar saatleri ile ünlenmiş bir kasaba. 1730 yılında Schönwald‘lı saatçi Franz Ketterer'in buluşu olan bu tahta saatler bir Karaormanlar simgesi. Birçok yabancı için hâlâ guguklu veya kuşlu saat demek Almanya, Karaormanlar demek! El işçiliği bu güzel saatler ülkenin geleneği.<br /><br />Triberg'den yola çıkarak Güney Karaormanlar'ı yürüyerek iki günde geçmek ve güzel Titisee'ye ulaşmak amacımız. Oradan da yine trenle Konstanz Gölü'ne ve daha ötesindeki Zürih'e! Göz alabildiğine çayırlar, yeşil çam ormanları, sarının her renginin yavaş yavaş görülmeye başladığı kayınlar, meşeler bize gün boyunca eşlik ediyor. Ötelerde, uzaklarda bir yerde, koyu mavi, kara doruklar, güneyin en yüksek dağı, 1500 metrelik kayak merkezi Feldberg. Yamaçların bitiminde, aşağıda vadilerde, çayırların ortasında kocaman Karaorman çiftlik evleri.<br /><br />Ancak bu güzelliklerin bir de çirkin yanı var. Kimi yerde hastalıklı ağaçlar göze batıyor. Doğaseverlerin 80'li yıllardan günümüze sürekli toplumun dikkatini çektiği bu ürkütücü gerçek, her türlü önleme karşın önü bir türlü alınamayan büyük sorun. Özellikle iğne yapraklı ağaçlarda zararın ürpertici ölçüye vardığını yürüyüş sırasında görüyoruz. Yükseldikçe dalları cılızlaşmış ağaçlar artıyor. Güneş ışınlarının burada daha güçlü olması, son yıllarda topraktan az su almaları, kış aylarında yükseklere sisin ve bulutların daha fazla inmesi, ağaç ölümünde önemli nedenler.<br /><br /><b>Kafa yapısının değişeceği günler!</b><br /><br />Akşamüstü Furtwangen'in az ötesindeki bir pansiyonda konaklamaya karar veriyoruz. Odamıza hemen çıkmıyoruz. Ayakkabılarımızı çeşmenin yanına bırakıp terastaki tahta masalara kuruluyoruz. Az sonra garson kız beyaz şarapları getiriyor. Ötelerde, mavi, kara dorukların ardında güneş batmaya hazırlanıyor. Kişi böylesine doğa dolu bir günün ardından Türkiye'nin doğasını düşünmeden edemiyor. Düşlüyoruz, doğayı yitirmemek için insanların kafa yapısının değişeceği günleri de!<br /><br />Konstanz Gölü'nde sabah sisi. Arabalı vapurlar, küçük beyaz gemiler iki kıyı arasında gidip geliyor, peşlerinde besili martılar. Az sonra bindiğimiz tren bizi Zürih'e götürüyor. Arazi gölden hemen sonra hafif hafif yükseliyor. Yine çayırlar, yine inekler. Winterthur'dan sonra ötelerde dağlar beliriyor, Alplerin dorukları. Ve bankalar ve bankerleriyle Zürih! Kasalarına kara para kaçıranların onlarca yıl servetler doldurduğu ünlü kent.</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9173267369081205190.post-35215213861169698242023-10-08T12:18:00.001-07:002023-10-15T12:19:25.462-07:00Dizginler Endüstri Patronlarının Elinde <p style="text-align: right;"><span style="font-family: arial;"><b>Toplum24/ALMANYA, 8 Ekim 2023</b></span></p><p><span style="font-family: arial;"><b>Ahmet ARPAD</b><br /><br />Adolf Hitler ve yandaşları 8 Kasım 1923'te Bavyera'da bir darbe girişiminde bulunurlar. "Geçici Alman Ulusal Hükümeti"ni ilan eden darbeciler, ertesi gün silahlanıp Feldherrenhalle'ye yürürler. Çıkan çatışmada Hitler ve adamları 4 polisi öldürür. İhtilal girişimi başarılı olmaz, darbeciler tutuklanır. Darbe girişimi ile devletin güvenliğini tehlikeye sokmuşlardır. Bu suçun cezası idamdır. Ancak Hitler sadece 5 yıl hapis cezasına çarptırılır. Çünkü onu destekleyenler, başta eyalet Adalet Bakanı Franz Gürtner olmak üzere politikaya damgalarını vurmuş kişilerdir.<br /><br />Hitler, Landsberg hapishanesinde 9 ay kaldıktan sonra serbest bırakılır. 1933'te Almanya'ya el koyan Hitler ile yardakçılarının palazlanması ve 13 yıl ayakta kalması, Alman endüstrisinin "babaları" sayesinde mümkün olmuştu. Onlarsız Hitler bir hiçti. Nazi Almanyası'nın orduları, Flick, Krupp, Thyssen ve şürekası olmadan komşu ülkeleri istila edemez, savaşamazdı. Onlar sayesinde Nazi Almanyası 1942-1944 arasında silah gücünü üçe katlamıştır. Adolf Hitler'e verilen büyük parasal destek, daha 1920'li yıllarda Bavyera'da başlar. Oradan diğer Alman kentlerine, Avusturya'ya ve İsviçre'ye de sıçrar. Avrupa'ya kaçmış bazı varlıklı Rus asilleri "Bolşevik düşmanı" Hitler'e destek verirken, Yahudileri sevmediği bilinen Henry Ford da Hitler'in partisi NSDAP'ye bağışta bulunur! Aynı dönemde Mussolini yönetimindeki İtalyan faşistlerinin bile İsviçre bankaları kanalıyla milyonlarca markı Führer'e yollamış olduğu biliniyor. Hitler hapiste olduğu günlerde de para aramayı sürdürür.<br /><br /><b>Dizginler Endüstri Patronlarının Elinde</b><br /><br />O günlerde desteğini kazandıkları arasında besteci Richard Wagner'in oğlu ile eşi de vardır. Bu iki ünlü özellikle Atlantik ötesinde başarılı olurlar! Hitler'le Henry Ford'un felsefeleri ve düşünceleri birbirine çok benziyordu, demiştir ilerde Winifred Wagner. "Bir görüşmemizde Almanya'yı Yahudilerden temizlemek isteyen Hitler gibi birine destek vermeye hazır olduğunu söylemişti..." Evet, o dönemlerde herkes çıkarları karşılığında Nazileri desteklemişti! İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin yanında oldukları için Nürnberg mahkemesinin suçlu gördüğü endüstri patronları hapis günlerini bir zamanlar Hitler'in de kaldığı Landsberg hapishanesinde geçirdiler.<br /><br />Yeni Almanya için ortak planlarını orada yaptılar. 40 milyona yakın insanın ölümünden, Hitler'e hizmet etmiş olan bu endüstri patronları da sorumludur. 1945'ten sonra İngilizler ile Amerikalılar, kurdurdukları Batı Almanya'ya, Sovyetler'e karşı "kale" görevini verirler. Ancak ülkenin bir an önce güçlenmesi gerekmektedir. Hitler'e hizmet vermiş olan Alman endüstrisinin patronları hâlâ hayattadır. Komünistlerden nefret eden, solcuları sevmeyen, ataerkil düzenin temsilcileri, despot ruhlu, politik görüşleri en sağda, NSDAP üyesi bu insanlar ülkeye yine gerekli oldukları için hapisten çıkarılıp aklandılar. Dizginler yine Flick, Krupp, Abs, Sohl ve Zangen'in elinde oldu. Savaştan kazananlar savaştan sonra da kazandı!<br /><br />Batı Almanya'nın ilk başbakanı Konrad Adenauer'in dediği gibi, temiz suyun olmadığı yerde kirli su dökülemezdi! Bugün yabancı düşmanı Nazilerin Almanya'da etkin olması insanı: "Acaba bu gibilerin kökleri niçin bir türlü kurutulamıyor?" diye uzun uzun düşündürüyor. Aşırı sağcıların günümüz toplumunda yandaş bulması yüz yıl önce atılmış olan tohumlara sürekli su verilmiş olduğunun kanıtı!</span></p>Kerim Arpadhttp://www.blogger.com/profile/16400037385688022217noreply@blogger.com0