Cumhuriyet Kitap
12.05.2005
Ahmet ARPAD
Avrupa insanının belki bir yüzyıl
unutamayacağı, etkisinden kurtulamayacağı 2. Dünya Savaşı 8 Mayıs 1935'te
sona erdi. Bir elli yıl geçmiş aradan. Almanya topraklarından çıkan bu
savaş sadece onlarca milyon insana kıymadı, Nazi ideolojisinin arkasındaki
faşist görüşle de bir "düşünce kıyımı"nı gerçekleştirdi! 1933-1945 arasında
"öldürülen" Alman edebiyatının savaş sonrasında pek kolay kendine gelememesinin,
bir daha da eski ününe kavuşamamasının nedenlerinden biri de Nazi Almanyası'ndaki
bu "düşünce kıyımı"dır.Kitap, diktatörlerin, baskı yönetimlerinin korkulu
düşü, örümcekli kafalar için karabasanların en korkuncudur. Çünkü kitap,
bütün işkencelerden, zindanlardan, her türlü silahtan daha güçlüdür. İnsanlık
tarihinde kitaptan, yazılıp çizilenden nefret eden, onları yasaklayan,
yakan çarpık politika önderleri hep görülmüştür. Bunlardan "en ünlüsü"
de, insanlığın bundan tam altmış yıl önce kurtulduğu Hitler'di!Yirminci
yüzyılın en ünlü antifaşist ve antimilitarist yazarı Erich Maria Remarque'ın
üne kavuştuğu 1928-1931 yılları Almanya'nın toplum yapısında tedirginliklerin
iyiden iyiye arttığı bir dönemdir. Remarque adının ve romanlarının ülkede
olağanüstü ilgiyle karşılaşmasında toplumdaki tedirginliğin payı çoktur.
1933'lerin kahverengi gömlekli iktidarı Naziler, Remarque'ın yanı sıra
daha birçok yazarın eserini de kendilerine engel görmeye başlamıştı. Özellikle
genç yaşta ünlenmiş olan Remarque, yüzyıllardır Cermen efsaneleri ve masalımsı
yiğitlik örnekleriyle yetiştirilmiş sıradan Alman halkına savaşın yersizliğini,
kötülüklerini herkesin anlayacağı apaçık gerçekler olarak haykırıyordu.
Eserlerine edebiyatçılar ve büyük tenkitçiler dudak bükseler de, halk Remarque'ı
okuyor ve savaşın ne olduğunu, savaştan kimlerin yararlandığını anlamaya
başlıyordu.
ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE ENGEL
O günlerde, sosyal demokratlar, komünistler,
merkezciler ve daha birçok politika örgütünün toplandığı Reichstag'da her
gün çekişmeler yaşanıyordu. 30 Ocak 1933 Alman tarihine geçen karanlık,
utandırıcı günlerden biridir. Seçimlerde salt çoğunluğu elde edemeyen Hitler,
sol partilerin arasında işbirliği sağlanamaması sonucu iktidar koltuğuna
oturmuştu. Bu başarıyı elde etmesinde Hindenburg ve Von Papen'in ağır endüstri
kralları ile yaptığı gizli anlaşma da önemli bir rol oynamıştı. Hitler'in
ilk işlerinden biri özgür düşünceyi frenlemek oldu. Sola ve düşünürlere
karşı başlattığı saldırılar da "başarılı"ydı. Sayısız düşünür, sanatçı
ve bilim adamı gereksiz nedenlerle tutuklandı. 10 Mayıs 1933'te bütün Almanya'da
başlatılan ve haftalarca süren kitap yakma girişiminin amacı sadece insancıl,
savaş karşıtı yazarlara gözdağı vermek değildi. İktidarda kalabilmek için
tüm ülkede özgür düşüncenin dibine kibrit suyu dökmekti! O günlerde Berlin'den
Münih'e ülkede Heine, Freud, Marx, Seghers, Brecht, Zweig, Mann ve Remarque'ın
kitapları dev ateşlere atılırken askeri orkestralar marşlar çalıyor, insanlar
uluyordu! Bu kitap yakmanın halka anlatılan gerekçesi, Alman kültürünü
yabancı kirlenmelerden arındırmaktı. Kitapları yasaklananlar, ateşlere
atılanlar Nazilere göre "Alman düşün dünyasının çöpü" yazarlardı.1935 yılında
Hitler yönetiminin yayımladığı 'yasaklar listesi'ne göre tam 524 yazar
zararlıydı. Toplam 3601 eserin Almanya'da yayımlanması ve okunmasını yasakladılar.
Ne yazık ki Alman aydınlarının bir bölümü olup bitene ses çıkarmadı. Kitapların
yakıldığı kentlerde çoğu üniversite profesörü, "Giderek artan Marksist
girişimler, yıkım getiren Yahudi ruhu Almanya'yı tehdit etmekte" diye seslendi
toplanan binlerce insana. Basında da pek karşı çıkan olmadı. Hatta birçok
köşe yazarı Nazilerin 'kitap düşmanlığı'nı onayladı. Alman ruhuna ve edebiyatına
bile bile ihanet edilirken basında, "Kentlerimizde göğe yükselen alevler,
Almanya'nın yeniden uyanışının bir simgesidir" diye yazanlar oldu.
DÜŞÜNÜRLERİN ACI SONU GAZ ODALARI
"Bugün kitapların yakıldığı yerde
yarın insanlar da yakılır" diyen evrensel ve insancıl Alman şairi Heinrich
Heine ilerde ne yazık ki haklı çıkacaktı. Sınır ötesine kaçamayan antifaşist
düşünürler toplama kamplarının dikenli telleri arkasında yaşama gücünü
yitirdiler. Gaz odaları ve fırınlar çoğunun acı sonu oldu. Sınır ötesi
ülkelere kapağı atabilenlerin çoğu savaş sonrasında da bir daha Almanya'ya
geri dönmedi.1933'ten sonraki yıllarda Nazi rejimi daha çok kahramanlığı
ve savaşı konu alan bir edebiyat türüne özen göstermeye başladı. Nasyonal
sosyalist dünya görüşünü destekleyen adı sanı pek duyulmamış yazarlar 1935'ten
başlayarak Rayh Kültür Odası'nın desteğini aldı. Yazarlık mesleğini sürdürmek
isteyenlerin bu odaya üye olması zorunluydu. Yine de Nazi rejimine direnen
ve ülkeyi terk etmeyen Hans Fallada, Werner Bergengruen, Ina Seidel, Reinhold
Schneider gibi yazarlar Hitler'i ve savaşı pek eleştirmeden o zor yılları
çekildikleri köşelerinde geçirmesini bilmişti. Her şeye karşın 1933-1945
arasında Alman edebiyatı ölüdür, varlığından söz edilemez. Düşünce özgürlüğüne
baskı, çoğu zaman uygulandığı ülkenin sınırlarını kolayca aşar, başka toplumlara
da sıçrar. Bireye baskı yapan, onu düşüncesinden dolayı zindana atan çıkar
çevreleri her zaman ve her ülkede vardır. Ancak yazar ve kitap kalıcılığını
ve etkinliğini her zaman korumuş, sağlıklı düşünceyi toplumlara ulaştırmayı,
onlara doğru yolu göstermeyi hep başarmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder