30 Aralık 2012

Direnişçiler yürekli davranmıştı

Cumhuriyet 30.12.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD


Hepsi de Stuttgart’ın göbeğinde. Neredeyse yan yanalar. Eyalet kütüphanesi, devlet opera, bale ve tiyatrosu, devlet sanat galerisi, konservatuvar, eyalet meclisi ve tarih müzesi! Sanırım başka hiçbir kentte böylesine birbirlerine yakın, böylesine iç içe değil sanatla kültür, tarihle politika! Kentin göbeğindeler, kocaman bir parkın içindeler. Ünlü mimarlar tarafından değişik stilde inşa edilmiş bu yapılardan, sergilediği eserlerle Baden Württemberg eyaletinin geçmişini anlatan tarih müzesi, kısa süre önce kuruluşunun onuncu yılını kutladı. Bu kutlamalar nedeniyle çeşitli etkinlikler düzenledi. Eyaletin ünlü tiyatrocuları, ressamları, balerinleri, müzisyenleri, edebiyatçıları ve şarkıcıları Stuttgartlıları müzeye çekti. Stuttgart tarih müzesinde ekimden bu yana konusu çok değişik bir sergi kentlilerin ilgisini topluyor. Sayısız tarihi belge ve fotoğraftan oluşan “Onlar yürekliydi” adlı serginin ana konusu 1933-1945 yılları arasındaki Alman toplumu ve direnişçiler! Nazilerin başa geçmesinin ardından Hitler’i, anayasa olanak tanımadığı için iktidardan uzaklaştırmak mümkün değildi. Naziler faşist iktidarların tümünün yaptığı gibi korkutma, sindirme ve hile yollarına başvurarak kısa zamanda hem yürütme hem de yasama gücünü ele geçirmişlerdi! Bu süreçte toplum içinde komünistlerden, sosyalistlerden ve solculardan oluşan direniş grupların yanı sıra tek tek idealistler de görülmeye başlamıştı. Ancak hemen hemen hepsi de Nazilerin acımasız takibi sonucu savaş yıllarından önce toplama kamplarına sürülmüştü. Bu insanların başarısız olmasının en önemli nedenlerinden biri de Nazi tehlikesi karşısında “üç maymun”u oynamayı yeğleyen toplumdan hiç destek görmemiş olmasıydı! Bunun en iyi örneklerinden birini de yazar Hans Fallada’nın ünlü romanı “Herkes Tek Başına Ölür”de görebiliriz. Biricik oğulları cephede ölen işçi bir karı kocanın Nazilere tek başlarına direnişini anlatan roman yaşanmış olaylardan yola çıkmış. Çevrelerinden hiç destek görmeyen yaşlı Quangel’lerin sonu idam oluyor! Stuttgart tarih müzesindeki sergide yalnız bırakılmış Hitler karşıtlarının yaşamı günümüz insanlarına bir daha anımsatılıyor. Scholl kardeşler ve “Beyaz Gül” direniş grubu, suikast yolunu deneyen kont Von Staufenberg ve özgürlük düşkünü genç marangoz Georg Elser’e vitrinler ayrılmış. Sergide adı geçenlerden biri de, Stuttgartlı genç sendikacı Willi Bleicher. Gestapo’nun 1934’te tutukladığı Bleicher 1938’de hapisten çıkarılmadan doğru Buchenwald toplama kampına sürülür. Orada savaşın sonuna kadar kalır. Kendisine verilen görev, diğer tutuklularla kamp yönetimi arasında ilişki kurmaktır. Bleicher, bu görevini “kötüye kullanarak” çalıştırılan birçok tutuklunun hiç olmazsa aç kalmamasını sağlar. 1958’de yazdığı, ilerde filme de çekilen “Kurtlar Arasında Çıplak” adlı romanının kahramanı, gaz odasından kurtarmış olduğu üç yaşındaki Yahudi çocuğu Jetyz Zweig’dır. Büyük bir enflasyonun yaşandığı ve toplum yaşamının neredeyse çöktüğü 1920’li yılların Almanyasında yetişen Bleicher’in şu sözü ilginçtir: “İnsan olarak en önemli görevimiz üzerinde yaşamaya değer bir dünya yaratmaktır.” Almanya’da baskı rejimi toplumu ezerken Bleicher ve diğerleri çoğunluk gibi olup biteni görmezlikten gelmemiş, hayatlarını tehlikeye atarak hemcinslerine yardım etmişti! Stuttgart tarih müzesi kuruluşunun onuncu yılını kutlarken düzenlenen etkinlikler kapsamında konuşan müze müdürü Thomas Schnabel şöyle dedi: “Toplumda medeni cesaret konusu günümüzde yine çok geçerli. En son Neonazi cinayetleri de gösteriyor ki, yabancı düşmanlığı hâlâ güncel. Bizlerin görevi buna karşı duyarlı bir toplum yaratmak...”
www.ahmet-arpad.de

16 Aralık 2012

'Onur, özgürlük, anavatan'

Cumhuriyet 16.12.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD

Tutucu öğrenci dernekleri geçenlerde Stuttgart'ın Bad Cannstatt semtinde yıllık toplantılarını yaptılar. Alman üniversite öğrencilerinin 19. yüzyılın sonunda kurduğu ve ömür boyu üye kaldığı bu derneklerin sayısı binin üzerinde. Tümü de erkek olan toplam 157 bin üyeleri var! Bu derneklerin içinde yüz kırkı sadece tutucu değil, aşırı sağcı da... Onların üye sayısı 20 bin. İşte Stuttgart'ta bir araya gelip, üç gün boyunca geleceklerini tartışanlar da bu gibilerdi. Karşıt görüşlü birkaç yüz genç üniversiteli, toplantı salonu önünde iki gün boyunca nümayiş yaptı. İki grubun birbirine girmemesi için iki yüz kadar polis de motosikletleri, su sıkma araçları, atları ve köpekleriyle salonu koruma altına aldı! Adolf Hitler'in 9 Kasım 1923 günü hükümeti devirmek amacıyla Münih'te düzenlediği başarısız darbede başrolü oynamış olan tutucu öğrenci dernekleri içinde o yıllarda NSDAP sempatizanı çok üye vardı. Bunlardan ikisi, Hitler'e çok yakın kişilerden, ilerde SS komutanlığına getirilen Himmler (Apollo Münih) ile Treblinka ölüm kampının komutanı olan Eberl (Germania İnnsbruck) idi. Bu dernekler Nazi döneminde üye sayılarını kimi kentte ikiye katlamıştı. Kurulduklarından günümüze, yabancı üniversite öğrencilerini üye olarak aralarına almazlar. Çünkü üye olmak için "saf kan" Alman olmak başkoşuldur. Pasaport hiç önemli değildir. Çoğunlukla üniversitelerde yuvalanmışlardır. Sadece Köln üniversitesinde tutucu ve sağcı 30 derneğin faaliyette olduğu biliniyor. Nedeni çok basit, ideolojileri için "işe yarar" gençlerin en bol olduğu kaynak tabii ki üniversiteler! Onları kendilerine çekmek için de kurdukları öğrenci yurtları en mükemmel "tuzak"... Daha geçenlerde açıkladılar, bu öğretim yılında devlet yurtlarının yetersizliğinden tam 70 bin öğrenci açıkta. Bu gençler ya ailelerinin yanında kalmak, ya özel odalar kiralamak ya da bu gibi derneklerin yurtlarına sığınmak zorunda. Tanışımız olan Hırvatistanlı bir aile üç yıl öncesine kadar böyle bir öğrenci yurdunda görev yapmıştı. Karı-koca bina ve oda temizliğinden, tüm alışverişe kadar çok şeyden sorumluydu. Tanış anlatmıştı: "Buradaki ağabeyler acemi öğrenciye hemen kucak açarlar. Rahat bir yaşamı olsun, ortama alışsın diye çok çaba gösterirler." Genç öğrenci iki sömestr sonra - tabii işlerine yarayan biri ise - aralarına alınırmış. Önemli olan bu kişinin saygı, namus ve şeref gibi idealleri kabullenmesi... İkinci yılın sonunda, dördüncü sömestrin ardından, işe yarayan (!) bu öğrenci kesin kabul görür. Çünkü o artık düzenin tüm kurallarını benimsemiştir, derneğin bir üyesidir. Ve bu üyeliği ömür boyudur! Stuttgart'ın yamaçlarındaki kimi tarihi, paha biçilmez değerde villa, apartman bu derneklerin malı. Her yıl sadece üye aidatlarından 200 bin Avro bir araya geliyor. Bu derneklerin, varlıklı yaşlı üyelerin parasal desteği olmadan ayakta duramayacağı biliniyor. Stuttgart'ta toplantının yapıldığı salona değil girmek, yakınına bile sokulmak olanak dışı. Sıkı bir polis korumasında aşırı sağ görüşlü tutucu öğrenciler. Ara sokaklara toplanmış genç karşıtları ellerindeki bayrak ve afişleri sallıyorlar, bağırıp çağırıyorlar, müzik yapan bir grubun çaldığı oynak melodilere ayak uyduruyorlar. "Onur, özgürlük, anavatan" sloganları olan, ülkedeki yabancılardan hiç hoşlanmadığı bilinen aşırı sağcıların toplandığı Saengerhalle salonuna giden yolun başındaki tabelada "Türkenstrasse" yazıyor... Orada duran iki izbandut polise gösteriyorum. Adamlar zorla da olsa gülümsüyorlar!

www.ahmet-arpad.de

2 Aralık 2012

Depresyon bir toplum hastalığı

Cumhuriyet, 02.12.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD

Geçenlerde okumuştum, Türkiye’de her 3 kişiden 1’i depresyondaymış. Prof. Dr. Çorapçıoğlu: “Depresyon vakalarındaki artış giderek tehlikeli bir boyuta yükseliyor” diyor. İşsizlik, parasızlık, aşk acısı, boşanma, ölüm başlıca nedenleriymiş. Prof. Dr. Nazan Aydın da antidepresan ilaç kullanımında 2003 ile 2012 yılları arasındaki yüzde yüzün üzerindeki artışa dikkati çekiyor! Almanya’ya gelince, özellikle işyeri ve günlük yaşam stresinin altından kalkamayan insanların oranı hızla artıyor. Bu nedenle gerek hastalık sigortaları, gerek sendikalar, gerekse doktorlar konunun üzerine daha çok gitmeye başladı. Federal Çalışma Bakanlığı’nın bu yılın başında yaptığı bir açıklamaya göre, nedeni işyerinde ve aile içinde yatan depresyon sonucu hastalananların tedavisine yapılan harcamalar doruk noktasında. Sadece 2011 yılı için bakanlığın verdiği rakam 27 milyar Avro! Özellikle globalleşmenin iş yaşamına ve çalışana getirdiği baskı hızla artıyor. Alman Sendikalar Birliği’nin 2012 araştırmasına göre, çalışanların yüzde elli ikisi işyerinde sürekli stres altında olduklarını açıklamış. Hasta hasta işe gidenlerin sayısında da artış var. Nedeni, işlerini yitirmekten korkmaları. Çalışanların üçte ikisi her gün iş sözleşmesinde belirtilenden daha uzun süre çalışmasına karşın parasal karşılığını alamıyor. Yönetici durumda olanların büyük bir oranı eve de iş götürüyor.

Avrupa Depresyon Birliği’nin (EDA) ekim ayında yaptığı açıklamaya göre, sadece Almanya’da dört milyon insan depresyon hastası. Tüm Avrupa’da çalışanların yüzde onu en az bir kez bunalım nedeniyle haftalarca işinden uzak kalmış. İngiltere’de çalışanların yüzde yirmi altısı depresyon geçirirken bu rakam İtalya’da yüzde on iki... Depresyona girenler bir süre rahatsızlıklarını kabullenmedikleri için yakın çevrelerine büyük bir görev düşüyor. Bu hastalığın ilk belirtileri uyku bozukluğu, halsizlik, keyifsizlik ve iç huzursuzluğu. Bu bulgular kendini gösterdiğinde ilk yapılması gereken günlük yaşamdaki değişiklikler. Sabahtan akşama tüm gününü stresle geçiren modern büyük kent insanı huzur nedir bilmez. Özellikle 30-50 yaş arasındaki erkekler çok kolay depresyona girebiliyor. Bu yaştaki insan çok görevli bir yaşamın (multitasking) altından kalkabileceğine inanma hatasını yapabiliyor. Çünkü günümüz dünyası modern (!) toplum insanından gerek iş yaşamında, gerekse özel yaşamında aynı anda birkaç şeyi birden gerçekleştirmesini bekliyor. Modern teknoloji de beynimizi her an, her yerde sınırsız bilgiyle doldurmamıza olanak tanıyor. Bunun iyi yanları tabii ki var, ancak bireyi bağımlı yapan kötü yanları da yok değil. İnsanın yapısı, daha doğrusu beyni buna yatkın değil. Beynimiz son yirmi yılda dev adımlar atan teknolojiye uyum sağlayamıyor. Hırslı bir yapıya sahip olan modern insan ise kendi yeteneklerinin üzerinde yaşamak istiyor, akıntıya kapılıp sürükleniyor! Ve bir an geliyor ki yaşamın karmaşıklığının altından kalkamayan beyin işlevini yitiriyor ya da yavaşlıyor, algılama görevini yerine getiremiyor. Bir kısırdöngü içine yuvarlanan insanın kısa sürede ruhsal sorunlarının ötesinde mide, ülser, kolit, damar ve kalp gibi strese bağlı hastalıklara da tutulması kaçınılmaz. Yataktan çıkmasından yatağa girmesine dek gün boyunca ekran başından kalkmayan, her gittiği yere cep telefonuyla dizüstü bilgisayarını götüren, sürekli fazla mesai yapan, iş yaşamı ile özel yaşamı birbirinden ayıramayan, aile yaşamından gittikçe uzaklaşan insanın bu strese uzun süre dayanamayacağını yukarıda sözü edilen araştırmalar ve incelemeler kanıtlıyor. Almanya Şirket Doktorları Birliği Başkanı Wolfgang Panter’in geçen ay yaptığı bir açıklamaya göre, 2010 yılında ruhsal ve psikosomatik nedenlerden 70 bin çalışanın meslek yaşamı son bulmuş. Modern dediğimiz yaşam insanları boşaltıyor, tüketiyor, bitiriyor!

www.ahmet-arpad.de

29 Kasım 2012

Türkiye vatanım

Ernst Reuter Girişimi’nin işbirliği ile oluşturulan, Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, Almanya Dışişleri Bakanlığı, Goethe Enstitüsü, Robert Bosch ile S. Fischer vakıfları tarafından bu yıl üçüncü kez düzenlenen Tarabya Çeviri Ödülleri sahiplerini buldu.

Oya Poyraz'ın Hürriyet Avrupa'daki haberi için tıklayınız
http://www.hurriyet.de/haberler/gundem/1334254/turkiye-vatanim

19 Kasım 2012

Tarabya Çeviri Büyük Ödülü Ahmet Arpad ve Cornelius Bischoff'a sunuldu

Cumhuriyet, 19 Kasım 2012
 
Tarabya Çeviri Büyük Ödülü'nün bu yılki sahipleri Yaşar Kemal'in kitaplarını Almancaya kazandıran Cornelius Bischoff ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı gazeteci, çevirmen Ahmet Arpad ödüllerini, dün akşam İstanbul Alman Başkonsolosluğu'nda düzenlenen törenle, Almanya Federal Cumhuriyeti Devlet Bakanı Cornelia Pieper ve jüri başkanı Prof. Dr. Onur Bilge Kula'nın elinden aldılar. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın başbakanın Mısır seyahatine katılması dolayısıyla ödül törenine Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış katıldı.
 
Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı, İstanbul, Goethe Enstitüsü, Robert Bosch Stiftung ve S. Fischer Stiftung tarafından bu yıl üçüncü kez verilen "Tarabya Çeviri Ödülü",  iki kültür arasında yaptıkları başarılı çeviriler yoluyla düşünsel ve kültürel alışverişi destekledikleri dolayısıyla, Almancadan Türkçeye yaptığı tüm çevirileri için Ahmet Arpad ve Türkçeden Almancaya yaptığı tüm çeviriler için Cornelius Bischoff'a oybirliğiyle verildi. Teşvik ödüllerini ise, Ayça Sabuncuoğlu ve Johannes Neuner aldılar. Sabir Yücesoy ise, "Literarisches Colloquium Berlin" için bir çalışma bursu kazandı.

Tarabya Çeviri Ödülü, aynı zamanda  Türkiye'de çeviriler için verilen en büyük para ödülü ve bir Türk-Alman ortak projesi olarak Diyalog ve Karşılıklı Anlayış İçin Ernst Reuter Girişimi kapsamında yer alıyor.
Açış konuşmasını Federal Almanya İstanbul Başkonsolosu Jutta Wolke'nin yaptığı törende konuşan Büyükelçi Eberhard Pohl, Pieper ve Bağış; iki ülke arasındaki diyalog sorunlarının çözümünde çevirinin önemli işlevini vurguladılar. Pieper, "Umberto Eco'nun Avrupanın dili çeviridir. Düşüncesine katılıyorum." dedi. Kutlama konuşmalarını ise, Yunus Emre Enstitüsü'nden Prof. Dr. Musa Yaşar Sağlam ve İstanbul Üniversitesi Alman Dili Eğitimi öğretim üyesi Prof. Dr. Nilüfer Tapan çevirmenlerin kitaplarından alıntılar vererek yaptılar. Sağlam; "Yaşar Kemal'in 14 kitabını Almancaya kazandıran Cornelius Bischoff, sadece çevirmedi öteki kültüre kazandırdı. İnce Memed muazzam bir başarıdır." dedi. 1933'ten beri ailesiyle Türkiye'de yaşadığını, sokakta oynarken dili öğrendiğini, şimdi 80'i geçtiğini söyleyen Cornelius Bischoff, "Özellkle kendi biyografım açısından bu ödüle sevindim. Türkiye benim vatanım. Trabya sevdiğim semt." dedi. Onu çok teşvik eden Orhan Peker'i özlemle andı. "Yaşar Kemal'i övmek abes kaçar." diyen Bischoff'la salonda bulunan Yaşar Kemal kucaklaştılar.
 
Arpad'ın gazeteciliğine övgü
 
Nilüfer Tapan, edebiyat çevirisinin kültürlerarası boyutuna dikkat çekerek; "Çevirmenin çeviri sürecinde üstesinden gelmek zorunda olduğu sorunlar edebiyat metinleri söz konusu olduğunda daha da belirginleşir." dedi. Arpad'ın gazeteciliğinden de övgüyle bahseden Tapan; "Cumhuriyet gazetesindeki Almanca konuşulan ülkeler ile ilgili düşüncelerini, yorumlarını aktardığı yazılarının pek çoğunu okudum ve okumaktayım. Bu yazılar bir yandan benim de uzmanlık alanım olan bu ülkeler üzerine bilgi ve yorumları içerdiği için ilgimi çekmekte, öte yandan ise bu yazılarda vurgulanmakta olan toplumcu, eleştirel boyut olayları değişik bir yönden değerlendirebilmeme yol açmakta." dedi.

Konuşmasında babası gazeteci, yazar, çevirmen Burhan Arpad'ı ilk ustası olarak anan Ahmet Arpad; "Edebiyat çevirmeni yalnız bir adamdır tek başına mücadelede eder, çok önemli bir kültür alışverişi yapar." diyerek salonda bulunan meslektaşlarına bol, güzel, önemli çeviriler diledi.

Törene bu ödülün ilk sahibi, gazetemiz yazarı, çevirmen Ahmet Cemal, Türkis Noyan, Zehra İpşiroğlu, Sezer Duru, Can Dündar, Nebil Özgentürk, Kemal Yalçın, Nafer Ermiş, Serin Erengezgin, Cemal Ener, Everest Yayınları Genel Müdürü Sırma Köksal, İstanbul Goethe Enstitüsü Müdürü Claudia Hahn-Raabe'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda diplomat, çevirmen, yazar, akademisyen, yayıncı ve gazeteci katıldı.
 
Almancadan Türkçeye ödül jürisi
Almanya Federal  Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Kültür Dairesi'nden Petra Kochendörfer başkanlığındaki Almancadan Türkçeye çeviri jürisi Claudia Hahn-Raabe, S. Fischer Stiftung Yöneticisi Antje Contius, ödülün ilk sahibi Ahmet Cemal, Prof. Dr. Zeynep Sayın Balıkçıoğlu ve Murat Gülsoy'dan oluşuyor.

Türkçeden Almancaya ödül jürisi
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan Prof.Dr. Onur Bilge Kula başkanlığındaki Türkçeden Almancaya çeviri jürisinde ise, Prof. Dr. Musa Yaşar Sağlam, Türkolog Prof.Dr. Catharina Dufft, İslam Bilimcisi ve "Türkische Bibliothe"in yayımcısı Prof.Dr. Erika Glassen, Carl Hanser Verlag'dan yayımcı Michael Krüger ve Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinden Karen Krüger yer alıyor.

18 Kasım 2012

Orhan Pamuk’tan Friedrich Schiller

Cumhuriyet 18.11.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD

Neckar Irmağı kıyısındaki şirin Marbach kasabası Friedrich Schiller’in doğum yeri. Stuttgart’a on beş dakika uzaklıktaki bu şirin kasabanın başka bir ünü de burada Alman Edebiyat Arşivi’nin bulunması. Şu sıralar Marbach arşivi dillerde. İsrail’de bir mahkeme 35 mektup ve 20 defterden oluşan Franz Kafka arşivinin, yazar Yahudi olduğu gerekçesiyle Almanya’da Marbach’ta değil İsrail Ulusal Kütüphanesi’nde muhafaza edilmesine karar verdi. Marbach’ta geçenlerde Schiller’in 253. doğum günü nedeniyle törenler düzenlendi. Bu yılki “Schiller konuşması”nı yapmakla Orhan Pamuk onurlandırıldı. Kısa süre önce 60 yaşına basan yazarımızın Marbach Edebiyat Arşivi’nin büyük salonunu ağzına kadar dolduran Alman izleyicilerin karşısında İngilizce yaptığı uzun konuşmasının ana konusu “romanlarda naiflik ve duygusallık” idi. Ona göre, roman yazarken dikkat edilmesi ve üzerinde durulması gereken, anlatımın “hem naif hem de yansıtıcı” olmasıdır. Pamuk konuşmasında Schiller’in 1796’da kaleme almış olduğu “Edebiyatta naiflik ve duygusallık” başlıklı makalesine de değindi. “Schiller’e göre çağının modern yazarları aşırı duygusaldı” dedi. “Onun gözünde Dante, Shakespeare, Cervantes, Goethe ve Dürer naif ve çocuksu kalmış yazarlardı. Naif yazarlar doğa ile iç içedir; yerine göre ölçülü ve bilge, yerine göre de acımasızdır. Çoğu kez üzerinde pek fazla düşünmeden, içlerinden geldiği gibi yazarlar, yarattıklarının etik sonuçlarını pek umursamazlar. Yazdıkları üzerine başkalarının ne düşündüğü de onları pek ilgilendirmez.” Orhan Pamuk’un gözünde “duygusal” yazar çoğu kez kaleme aldığının gerçeği yansıtıp yansıtmadığından, görüşlerini okura iletip iletmediğinden pek emin değildir. “Naif edebiyat yazarı kendi dünyası ile gerçek dünya arasındaki farkı pek aramaz” diyen Pamuk’a göre “duygusal-yansıtıcı” modern yazar önce algıladığı her şeyin nedenini araştırır. Schiller’in “Goethe gibi naif insanların yanı sıra benim gibi duygusal insanlar da var” sözüne dikkati çeken Pamuk: “Schiller, Goethe’nin olgunluğunu, bencilliğini, özgüvenini kıskanırdı,” dedi. “Onun çok kolay olağanüstü düşünceler yaratabilmesine de hayrandı.” Yazarlığa başladığı yıllarda, kendisinden önceki Türk romancılarının sanki anlatım biçimine hiç önem vermezmiş gibi kaleme aldıklarına inandığı eserlerini pek beğenmediğine değinen ve onları o günlerde “naif” bulmuş olduğunu söyleyen Pamuk şöyle devam etti: “Şimdi aradan otuz beş yıl geçtikten sonra ise naifliği ve duygusallığı kendi romanlarımda da bir araya getirdiğime inanıyorum...”

Aynı gün yine Marbach Alman Edebiyat Arşivi salonlarında Sezer Duru ile Joachim Sartorius “Uluslararası Edebiyat Alışverişi” konulu bir toplantıda sohbet ettiler. 1980’li yıllarda Almanya’nın Türkiye Büyükelçiliği’nde basın müşaviri olarak görev yapan ve 2000-2011 yılları arasında da Berlin Film Festivali başkanı olan kültür insanı Sartorius ile yaşamı boyunca Alman dili edebiyatının ünlü yazarlarını dilimize çevirerek iki ülke arasındaki kültür köprüsünü ayakta tutanlardan biri olarak kabul edilen eski dost Sezer Duru çok ilginç bir toplantıya imzalarını attılar. Sohbet şeklinde geçen, Marbach Edebiyat Arşivi ile S. Fischer Vakıfı’nın ortaklaşa düzelendiği toplantıda ağırlık Alman edebiyatının Türkiye’de tanıtılmasıydı. Alman dili edebiyatının genç yazarları ülkemizde az okur buluyor. Bunun en başlıca nedenlerinden biri de geçen çağın ikinci yarısında Almanya’nın Böll ve Grass dışında çok başarılı edebiyatçılar çıkarmamış olmasıdır. Türkiye’de hâlâ Kafka, Remarque, Seghers, Zweig, Fallada ve Roth gibi insancıl, toplumcu ve savaş karşıtı yazarların 80-90 yıl önce yazdıklarının büyük ilgi çekmesi, bunun en önemli kanıtıdır. Ernst Reuter Kültürlerarası Diyalog Girişimi çerçevesinde Alman Dışişleri Bakanlığı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Kültür Enstitüsü, S. Fischer Vakfı ve Robert Bosch Vakfı’nın 2010 yılında başlattıkları ortak bir projeyle Türkçeden Almancaya, Almancadan Türkçeye yapılan başarılı çevirileri iki büyük ödülle onurlandırmaya karar vermesi, iki ülke arasındaki edebiyat-kültür alış verişinde atılmış büyük bir adımdır. Son 80 yılda Türk edebiyatının çıkardığı “ünlüler” bugün Alman edebiyat dünyasında tanınıyorsa bunda en büyük rolü Türkiye’nin TEDA projesinin ötesinde Stuttgart Robert Bosch Vakfı’nın Zürichli yayıncı Unionsverlag’ın “Türkische Bibliothek” girişimine verdiği büyük desteği de unutmamak gerekir. Bu girişim kapsamında yazarlarımızın tam yirmi eseri 2005-2010 yılları arasında Alman dilinin konuşulduğu ülkelerde okurlarla buluştu. Marbach’ta, yaptıkları çevirilerle iki ülke arasındaki kültür köprüsünü ayakta tutan çevirmenlerin bazı sorunlarına da değinildi. Almanya’da özel yasalar sayesinde çevirmenlerin hakları ülkemize kıyasla çok daha iyi korunup güvence altına alınıyor. Türkiye’de emeklerinin karşılığını, çok ünlü değiller ise yeterince alamazlar, yasal hakları da zayıftır! Ülkemizde özellikle Kafka, Enzensberger, Bernhard ve Frisch çevirileriyle tanınan Sezer Duru’nun Marbach’taki toplantının sonunda, 20. yüzyılın önemli yazarlarından Hans Magnus Enzensberger’in kendisine yazdığı 38 mektubu Alman Edebiyat Arşivi’ne bağışlaması büyük bir sürpriz oldu. 


www.ahmet-arpad.de

14 Kasım 2012

Voller Liebe zum alten Europa

Der Böll-Übersetzer Ahmet Arpad aus Stuttgart wird in Istanbul für sein Lebenswerk geehrt. Von Cedric Rehman

Stuttgarter Zeitung vom 14.11.2012

4 Kasım 2012

Bulutların üzerinde yaşam başka...

Cumhuriyet 04.11.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD


Boylu poslu, sarışın ve de güzelliği hâlâ çekici! Görmeyeli çok olmuştu, “Tam on beş yıl” diyor. Geçenlerde Stuttgart’ın göbeğinde karşılaşmamız büyük bir rastlantıydı. Ailesi komşumuzdu, sık sık görüşürdük. Liseden sonra bir seyahat acentesinde çalışmış ve günün birinde bavulunu topladığı gibi Frankfurt’a gidivermişti. “Hostes oluyorum” demişti vedaya uğradığında. Soruyorum: “Neler yaptın, nasıl geçiyor hosteslik yılları?” “Artık geride kaldı o meslek” diyor. “Geçen yıl bıraktım, evlenmeye karar verdim.” İstasyona gidiyordu, Köln treni bir saat sonra kalkacaktı. Yakındaki Park Cafe’de biraz sohbeti kabullendi. Az sonra, yanında Sacher pastası çaylarımızı yudumlarken gerçekten anlatacak çok şeyi vardı. Havada ilk yılları sürekli iç hatlarda geçmişti. Sonra Frankfurt ve Düsseldorf çıkışlı uçaklarla Avrupa ülkelerine uçmuştu. Önce küçük uçaklarla; mesleğinde ilerledikçe uçaklar büyümüştü. Tabii en ilginci, bir hostes için en zoru da Jumbo’lar olmuştu. Son yıllarda genellikle denizaşırı ülkelere gitmişti. “Bir A 380-800 ile uçuş kimi zaman 8-10 saat sürüyor, ortalama beş yüz müşteri var, değişik milletten insana hizmet etmek zorundasın” diye anlatıyor. “Kuzey Amerika, Güney Amerika, Asya ülkelerine gidiyorsun. Uçak iki katlı, alt kat ekonomi, kalabalık oldu mu, işin zor. Sekiz hostes koşuşturup duruyor. Yukarısı business ve first class. Fakat az yolcu demek kolay iş demek değil. Orası varlıklıların katı!” O anlattıkça açılıyor, ben ise suskun dinliyorum. Fakat arada sırada gülümsemeden de edemiyorum. Sarhoş yolcu, korkak yolcu, hasta yolcu, ağlayan bebekler, şımarık çocuklar... “Sadece onlar mı?” diyor. “İşi iyi gitmemiş stresli işadamı, tatilde kavga etmiş karı-koca, yitirdikleri maçtan dönen bir grup ‘futbolsever’, uçağın teklerlekleri daha yere değmeden cep telefonunu açanlar...” Hepsiyle baş etmek zorunda hostes. Sinirlerini yitirmeden tabii. “En zor müşteriler de ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ diyenler! Hostes hep gülümsemek zorunda, ancak bu gibiler gülümsemeni hakaret olarak kabul edebileceği için de çok dikkatli olmalısın!” Söylediğine göre hep iç hatlar uçtuğu ilk yıllarında Frankfurt-Berlin uçuşlarından nefret edermiş. Nedeni mi? Çok politikacı ve çok ünlü sanatçının bu hattı kullanması! “Hiçbir yolcunun aniden hastalandığı oldu mu?” diye soruyorum. “Birkaç kez” diyor. “Kalp krizi geçiren yolcularda zorunlu inişler yaptık. Bu durumda uçağın tekerleklerinin on dakika sonra yere değmesi gerekir. Hep başardık!”

Hostesliği bütün bu stresine karşın severek yapmış olduğunu söylüyor. Son 5 yılını baş hostes olarak denizaşırı uçuşlarda geçirmiş. “Atlantiğin üzerindeki fırtınalarda yüreğim ağzıma gelmesine karşın güzeldi.” Ne de olsa gittikleri kentlerde 2-3 gün dinlendikleri olurmuş. “15 yıl boyunca kaç havalimanına indiğini anımsıyor musun?” diyorum. Gülümsüyor. “Tabii, hepsi kayıtlı” diyor. “138 havalimanına, kimine defalarca! Yaşamımın 9400 saati havada geçmiş!” İlk uçuştan önce başarmak zorunda olduğu bir buçuk aylık hosteslik kursunda öğrendikleri de çok ilginç! Sadece uçakta yemek, içki servisi, duty-free satışı yapmayı öğretmemişler... Uçak açık denize, balta girmemiş ormanlara, Sahra’ya veya Kuzey Kutbu’na zorunlu iniş yaptığında bir hostes nasıl davranacak? Balık nasıl tutulur, zehirli yılanlarla nasıl baş edilir, buz çölünde donmamak için ne yapılır?.. Bıraksam daha çok anlatacak, fakat treninin kalkmasına on beş dakika var. Hesabı ödeyip hızla karşıdaki istasyona geçiyoruz. Acele etmemize hiç gerek yokmuş. O gün öğleden sonra tüm trenler gecikmeli. Alman devlet demiryolları ve Berlin hükümeti Stuttgart tren istasyonunu yerin altına almakta ısrar edeli her şey karıştı. Üç yıla yakındır, her pazartesi kentte 2-3 bin insan sürekli nümayiş yapıyor. Şu sıralar sık sık seferler iptal oluyor, kimi gün birkaç saat rötar yapıyor. Geçenlerde de on gün içinde iki tren raylardan çıktı, elektrik hatları koptu, yaralananlar oldu. Kısa süre önce basına sızdırılan bir bilirkişi raporu yeraltına yapılacak istasyonun yangında binlerce insana kapan olacağını kanıtladı! Fakat yönetenler her şeye karşın “bu proje gerçekleşecek” diye inat ediyor. Bugünkü gecikmenin nedeni de yakındaki Ludwigsburg istasyonuna bomba ihbarı yapılmış olmasıymış. Hıristiyan Demokratlar’ın 2011’de eyalet hükümetini yitirmelerinin ardından geçen pazarki seçimlerde belediye başkanlığını da Yeşiller’e kaptırmalarının en büyük nedeni hâlâ tren istasyonu projesinde “budalaca” ısrar etmeleri! Biraz sonra treni elli dakika gecikmeli kalkarken eski tanışa el sallıyorum ve şu günlerde tren yolculuğu yapmadığıma şükrediyorum. Birkaç ay önce bir Münih dönüşünde, modern ICE’nin dizel lokomotifi tam gaz giderken aniden bozulduğu için Allah’ın dağında iki saat trende hapis kalmış, kurtarılmayı beklemiştik...

www.ahmet-arpad.de

27 Ekim 2012

Augenblicke

Ahmet Arpad fotografiert Menschen, die er auf seinen vielen Reisen im Osten der Türkei getroffen hat. Jedes Bild erzählt eine kleine Geschichte.
Wochenendbeilage der Stuttgarter Zeitung vom 27.10.2012