15 Eylül 2013

Kedinin oyuncağı insan!

Cumhuriyet 15.09.2013
STUTTGART
AHMET ARPAD

O gizem dolu bir yaratık. O dünyanın en çok sevilen evcil hayvanı. İnsana bağlı, fakat hiçbir zaman insanın emrine girmiyor. Kendini sevdiriyor, kendine bağlıyor. İnsan onun emrine giriyor. Kedi denen yaratık köpek gibi değil, isterse insansız da yaşayabilir. Dokuz canlı! Canı istedi mi, karnı acıktı mı sokuluyor, bacağınıza sürünüyor, kucağınıza çıkıyor, okuduğunuz gazetenin üzerine çörekleniyor, kendini okşatıyor. İşi bitince de çekip gidiyor; evin ya da bahçenin bir köşesinde, sizden uzak, ne kadar arasanız bulamayacağınız, aklınızın köşesinden geçmeyecek bir yerde keyif çatıp uyuyor. Yüksek sesle ne kadar çağırırsanız çağırın, umurunda bile değil, lütfedip gelmiyor. Ta ki karnı acıkana kadar. O zaman sallana sallana çıkıveriyor ortaya! Sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Gençten biri yere oturmuş, elindeki kumaştan bebeği havaya atıp duruyor. Yanındaki tekir bütün dikkatini bebeğe vermiş, yakalamak için ikide bir havaya sıçrıyor. Yakaladığı anda pençeleriyle kavrayıp altına alıyor. Az ötede iki küçük çocuklu kadın oturduğu sıraya kurulmuş siyahlı beyazlı bir kedinin karnını okşuyor. Çocukları ise ne yapacaklarını bilmiyormuş gibi annelerini seyrediyor. Pencerenin yanındaki kırmızı mindere kurulmuş bir samur yanında duran kahve fincanına önce merakla bakıyor, sonra burun kıvırıp başını dışarıya çeviyor. En son Münih ziyaretimizde bir dostun önerisi üzerine ünlü Schwabing semtindeki Kediler Cafèsi’ne de (www.cafe-katzentempel.de) uğramıştık. Türk Caddesi 29 numaradaki kahvenin hemen hemen tüm müşterileri kediseverler! Masalar arasında dolaşan güleryüzlü gencin adı Thomas. Kediler Cafèsi’nin sahibi. Meslek yaşamına bankacı olarak atılmış olan kedisever Thomas, kız arkadaşıyla yaptığı bir Viyana gezisinde, Stephan Katedrali’nin az ötesinde, Ball Sokağı’ndaki, Japon bir ailenin çalıştırdığı Cafè Neko’yu ve oradaki kedileri görünce Münih’e döner dönmez mesleğini bırakmaya karar vermiş. Ailesi ona destek vermiş, bankadan kredi almış, fakat insanların kahve içip, pasta yediği bir salonda kedilerin dolaşmasına, kucaklarına çıkmasına belediye önce izin vermek istememiş. Thomas yılmamış, inat etmiş, belediyenin çıkardığı her engeli aşmış ve kısa süre önce “kedili kahvehane” düşünü gerçekleştirmiş. Şimdi bakımevinden aldığı altı kedi, Balou, Gizmo, Jack, Saphyra, Tobyn ve Ayla masaların arasında cakayla dolaşıyor, canları istedi mi bacaklarınıza sürüyor, okşamanıza izin veriyorlar... En gençleri ve en meraklıları Balou, çabucak yanınıza sokuluyor ve mırıldanmaya başlıyor. Bir otomobil kazasında arka ayaklarından birini yitirmiş olması Jack’ın hiç umurunda değil, keyfi yerinde, oyunu seviyor. Az sonra güzel Ayla yumuşak minderine kuruluyor, kendini okşatıyor; kardeşi Gizo ise içlerinde en küstahı ve en sokulganı, kendini grubun şefi gibi gördüğü hemen belli oluyor. Dördü de daha bir yaşında. Saphyra ve Tobyn diğerlerinden birkaç yaş büyük. Müşterilerin ilgisinden sıkılan, başını dinlemek isteyen kedi, Thomas’ın onlara ayırmış olduğu özel odaya çekiliyor!

Kediler Cafèsi’ne her türlü insan geliyor. Ne de olsa Schwabing kozmopolit bir semt. Bohem yaşamı yeğleyen sanatçılar, müzisyenler, akademisyenler, yüksek sosyete, üniversite öğrencileri, alternatif yaşamı seven tuhaf giyimli gençler, emekliler Schwabing’in insanları. Thomas’ın söylediğine göre hepsini burada görmek mümkün. Münih dışından gelenler de uğruyormuş. Kedisever olmaları onları Kediler Cafèsi’nde bir araya getiriyor! Biz otururken, ellerinde fotoğraf makineleri, birkaç Asyalı turist de şöyle bir girip çıktı. Kediler dünyanın her ülkesinde aynı. İster Beyaz Saray’da otursun, Londra’da başbakan konutunda keyif çıkarsın, isterse bir gecekonduda yaşasın... Kedi her yerde insanı parmağında oynatmasını beceriyor. Zengini de, karnını zor doyuran fakiri de. İnsanla kedi tam 6 bin yıldır bir arada yaşıyor. Evcilleşmesi ise 3500 yıl önce olmuş. Mısır firavunları Tutankamon ve Ramses döneminde kediye tapılmış, yurtdışına çıkarılması yasaklanmış. Ancak kaçak yollardan, özellikle Fenikeliler zamanında Avrupa’ya sokulmuş. Ortaçağda Avrupa’da farelerin büyük artış göstermesiyle kedilerin değeri çok artmış... “Kedi, anarşist bir aristokrattır” demiş Hamburglu yazar Axel Eggebrecht. Kedi bir eşsizlik, kedi gizem dolu mistik bir yaratık...

www.ahmet-arpad.de

25 Ağustos 2013

Diktatörün gerçekleşmeyen düşü...

Cumhuriyet 25.08.2013
STUTTGART
AHMET ARPAD


 Geçenlerde kitaplığımda Hermann Hesse'yi ararken Adolf Hitler'i buldum! Hesse'nin mektuplaşmalarının hemen yanında gazeteci-yazar Ralph Giordano'nun yıllarca önce merak edip almış, fakat sonra nedense pek okumadan rafa kaldırmış olduğum "Eğer Hitler Savaşı Kazansaydı...." adlı kitabı duruyordu. 1923 doğumlu Giordano, yaşadığı Nazi dönemini ve sonrasını belgelere dayanarak anlatıyor. "Bizim ırkımız bu dünyaya hükmetmek hakkına sahiptir. İşte bu hak bizler için gelecekte uygulayacağımız dış politikanın kutup yıldızı olmalıdır!" Hitler'in 1930'da bu söyledikleri sadece bir megalomani, sınırsız bir düş değildir. "İnanın bana, üstün ırkımız bin, hatta bin iki yüz yıl boyunca bütün dünyaya hükmedemeyecekse, her şey sadece Almanya ile sınırlı kalacaksa ne gerek var nasyonal sosyalist harekete!" 

Bu sözlerin altında kafasındaki geleceğin programı yatmaktadır. Hitler ve partinin kilit noktalarına getirdiği yardakçıları geleceğin dünyasının kapsamlı planlarını savaştan önce yaparlar. 1939'da Polonya'ya girdiklerinde gelecekte nasıl bir Avrupa'nın özlemini çektikleri, çekmecelerde hazır bekleyen sayısız muhtıra, genelge, emir ve yasa tasarısında yazıyordu! Polonya topraklarını Germen ırkının insanlarına açmak için ilk aşamada altı yüz bin Yahudi kamplara atılacak, üç buçuk milyon Polonyalı daha doğuya sürülecekti. Almanya'dan yollanacak köylüler ve işçilerle Polonya'daki Alman azınlığın nüfusu dört milyona çıkarılacaktı. Nasyonal sosyalizmin ideologlarından Himmler'e göre sadece "boylu boslu, sağlam yapılı" Polonyalıların Almanlarla bir arada yaşamasına izin verilecekti. Sovyet Rusya ele geçirildiğinde 45 milyon insan daha topraklarından edilecekti. Sürülen Ruslar, Polonyalılar ve Ukranyalılar Ural Dağları ötesine yerleştirilecekti. Bu ülkelerde boşalacak topraklar on milyon Alman'a açılacaktı. Hitler'in düşüne göre otuz-kırk yıl içinde bütün Doğu Avrupa insanları asimile politikasıyla "Almanlaştırılmış" olacaktı. Planlarından bir başkası da "yabancı" kadınları kısırlaştırma ve çocuk doğumlarını azaltma yöntemleriydi... Hitler'in görevlendirdiği jinekolog Carl Clauberg önce hayvanlar üzerinde deneyler yapar; ancak kısa süre sonra bundan vazgeçer, Auschwitz Kampı'nda kalan iki yüze yakın Çingene ve Yahudi kadını denek olarak kullanmaya başlar. Ancak deneyler başarısız olur, kadınlardan bir çoğu ölür. 1955 yılında Konrad Adenauer'in girişimiyle Sibirya kampından kurtarılan Dr. Clauberg'e Kiel üniversite kliniğinde görev verilir!

Hitler kafasına koyduğu Almanya'yı gerçekleştirmeye daha 1933'te başa geçer geçmez başlamıştı. Önce aydınlar, sosyalistler, bilim insanları kamplara atılmış, kitaplar yakılmıştı. Hemen ardından sıra ülkeyi Yahudilerden temizlemeye gelmişti! Hitler ordularının Doğu Avrupa topraklarına el koymasının ardından yardımcıları Göring, Keitel ve Lammers'e, "Şimdi bu dev pastayı parçalara bölerken dikkatli olmalıyız" der. "Buraları yönetmesini ve sömürmesini bilmeliyiz." İşgal edilen topraklarda sadece "Almanlaşmış" ve "Alman kanı taşıyan" insanlar yaşayacaktı! Büyük Almanya'yı yaratabilmek için Sovyet topraklarının yeraltı zenginliklerinden ve endüstrinin kalifiye elemanlarından da yararlanılacaktı. Almanya'daki kömür ve demir-çelik sanayisi üretimini durduracak, çalışanları doğuya aktarılacaktı. Hitler'in görevlendirdiği çalışma grubunun 17 Kasım 1941 tarihli raporunda şunlar yazar: "Ural Dağları'na kadar uzanan bölge yüz yıl sonra tamamen Almanlaşmış olacaktır." Oralarda 100 milyon "saf kan" Almanın yaşamasını düşleyen Hitler o günlerde şöyle konuşur: "İngiltere için Hindistan neyse, bizim için de Doğu Avrupa toprakları odur."

Hitler'in beklentileri çok düşündürücüdür: Doğudaki yeni bölgelere İskandinav ükeleri insanlarının da yerleşmesi sağlanacak, gelen insanlar yeni kurulacak kentlerde yaşayacak, eski kentler yavaş yavaş yok olacak, köylüler radyo haberlerine sadece sokaklara yerleştirilecek hoparlörler aracılığı ile ulaşacak, okullarda Almancaya ağırlık verilecek, diğer dersler geri plana atılacak. Doğum kontrolü ve çocuk aldırmak desteklenerek yerli halkın uzun aşamada tamamen silinmesi sağlanacak. Özellikle taşrada insanların tek bir kiliseye değil değişik tarikatlara inanmasına izin verilerek inanç bütünlüğü engellenecek...

Hitler'in özel sekreteri Martin Bormann, işgal edilmiş Doğu Avrupa topraklarından sorumlu Bakan Alfred Rosenberg'e 23 Temmuz 1943 tarihli mektubunda şöyle der: "Slavlar sadece bizim için çalışacaktır. Bize gerekmedikleri anda ölebilirler. Aşı olma zorunluluğu ve sağlık hizmetleri onlar için gereksizdir. Eğitim ve sağlık hizmetlerinden sadece işimize yarayacak işbirlikçiler yararlanabilir."

www.ahmet-arpad.de

18 Ağustos 2013

Viyana'da görülmesi gerekenler...

Cumhuriyet 18.08.2013
VİYANA
AHMET ARPAD

Viyana'nın ünlü İspanyol binicilik okulunun hemen yanındaki Ulusal Kütüphane turistlerin pek uğramadığı bir yer. İmparator VI. Karl'ın 18. yüzyılda yaptırdığı barok salon belki de dünyadaki en güzel kütüphane salonu. Binlerce tarihi kitabın yanı sıra dev heykelleriyle, mermer sütunlarıyla, kubbeleriyle, tavan ve yer freskleriyle kiliseyi andıran bu kütüphanede insan saatler geçirebilir...

Az ötesindeki ünlü Kahramanlar alanında faytonlar turist bekliyor. Buradaki en önemli eser, Avrupa'yı Osmanlılardan kurtarmış olan Prens Eugen'in dev heykeli. Hemen arkasında, Hitler'in Avusturya'ya el koymadan önce o ünlü konuşmasını yaptığı balkon yükseliyor. Oraya bakarken insan Şarlo'nun "Büyük Diktatör" filmini anımsamadan edemiyor! Charlie Chaplin 1940 yılında çevirdiği bu ilk sesli filminde Hitler'in diktatörlüğünü ve faşistliğini alay konusu eder. Alandaki binlere anlaşılmaz bir dilde yaptığı "balkon konuşması" sırasında Hinkel çok öfkelidir... Chaplin bu olağanüstü filmiyle sürekli değişim geçiren Hitler'in nasıl dengesiz birisi olduğunu göstermek ister.

Kahramanlar alanından Ring Bulvarı'na geçip, yaşlı ıhlamur ağaçlarının altında yürüyerek Sanat Tarihi Müzesi'nin hazine bölümünü mutlaka görmeli. On yıl süren bir restorasyonun ardından kısa süre önce açılan tarihi salonlarda Avusturya-Macar İmparatorluğu'na hükmedenlerin 16. yy.'dan 20. yy.'la kadar topladığı sayısız birbirinden değişik ve paha biçilmez tablo, heykel ve değişik ev eşyaları birkaç aydır izlenebiliyor. İmparatorların özellikle Venedik, Milano ve Veronalı sanatçılara sipariş etmiş olduğu alışılmamış güzellikteki eserler altından, gümüşten, bronzdan, fildişinden, elmastan... Sekiz bin eserden oluşan bir hazine. 2 bin 700 metrekarelik yirmi salonda sadece iki bin iki yüzü sergilenebiliyor.

Viyana'da mutlaka görülmesi gereken başka bir yapı da barok Yukarı Belveder Sarayı. Dev parkı Viyana'nın merkezindeki önemli yeşil alanlardan biri. 1683-1699 ve 1716-1718 yılları arasında Osmanlılara karşı savaşmış olan, Kahramanlar alanında heykeli duran Prens Eugen von Savoyen tarafından 1716'da inşa ettirilmiş. Sarayın üç katı sergilere ayrılmış. Birinci katında sergilenen Schiele, Klimt, Munch ve Kokoschka'nın dünyaca ünlü eşsiz tabloları mutlaka görülmeli.

Belveder Sarayı'ndan opera alanına dönerken Viyana Müzik Derneği'nin 1870 yapımı binasını da ziyaret etmemek olmaz. Tarihi yapının dört salonu yıl boyunca 800 klasik konsere kapılarını açıyor! En ünlüsü 1959'dan bu yana her yıl 1 Ocak günü düzenlenen ve yetmiş ülkeden canlı izlenen Viyana Filarmoni Orkestrası'nın eşsiz Strauss melodilerinden oluşan Yeni Yıl Konseri! Akustiği olağanüstü iki bin kişilik Altın Salonu'nun bin Avro'luk biletlerini satın almak için her yıl yüz bin müziksever müracaat ediyor. Konser öncesindeki provanın biletleri bile karaborsaya düşüyor.

Yorucu, fakat doyurucu bir günün ardından ilginç bir ortamda Viyana yemeklerinin tadına bakmak istiyorsanız, Stephan Katedrali'ne yakın, ünlü kahvehane Hawelka'nın hemen yanıbaşındaki tarihi Reinthaler lokantası yeğlenebilir. Haşlama sığır etinden leziz bir tafelspitz'in tadı mutlaka günlerce damağınızda kalacaktır.

Akşam yemeği için çok alışılmamış bir ortamı arıyorsanız metroyla kent merkezine 25 dakika uzaklıktaki Deutsch-Wagram'a gitmeniz gerekir. Oraya varınca bahçe içindeki büyük lokanta Marchfelderhof'un kapısından içeri adımınızı atar atmaz geldiğinize pişman olmayacaksınız. Cana yakın garsonların servis ettiği Viyana mutfağının değişik yemeklerini canlı Viyana müziği eşliğinde yerken bakışlarınız sürekli çevrenize takılıyor. Neden mi? Duvarlar, sütunlar, tavanlar ancak bit pazarında bulabileceğiniz ilginç irili ufaklı eşyalarla dolu. Müzik ve mutfak aletleri, bebekler, yüzlerce fotoğraf, tablo, değişik boyutta ayna, küçük dolaplar, kristal avizeler, geyik boynuzları, Kaiser Franz Josef üniformaları... Kısacası burası tam bir müze-lokanta. 1843'te Carl Bocek'in kurduğu ve ünlülerinin kapısını aşındırdığı lokantayı günümüzde Gerhard Bocek işletiyor. Krallar, şeyhler, emirler, milyarderler, soylular, yıldızlar masalarında oturmuş. Bir zamanlar Liz Taylor'un, Clark Gabel'in de uğradığı Marchfelderhof'ta kısa süre önce Johann-Strauss'un torunu Hedwig Aigner de 90. doğum gününü kutlamış...

www.ahmet-arpad.de

4 Ağustos 2013

Münih'te hoş bir gün

Cumhuriyet 04.08.2013 
MÜNİH
AHMET ARPAD


Avrupa'nın en büyük kent parkı Münih'in göbeğinde. 370 hektarlık "İngiliz Parkı"nda dolaşırken insan kimlere rastlamıyor ki! Her gün gezintiye çıkan yaşlılara, yakındaki üniversiteden ders çalışmaya gelmiş gençlere, ağaçlar altına uzanmış, öpüşüp sevişen aşıklara, parkın uzun yollarında mutlu köpeklerinin peşinden giden köpekseverlere, uçsuz bucaksız çimenlere yatmış, tembel tembel gökyüzünü seyredenlere, atlarına binmiş, insanları rahatsız etmeden huzur dolu parkın yollarında gezinen polislere. "Çin Kulesi"nin çevresindeki tarihi ağaçların gölgesinde bira içen göbekli Bavyeralılara, sürekli fotoğraf çeken meraklı turistlere... Sizin anlayacağınız her cinsten insan burada! Kulenin altındaki sahnede Bavyeralı müzisyenler oynak melodiler çalıyor. 1789'da Prens Carl Theodor'un Alman ordusunun mimarı Joseph Frey'e İngiliz park kültürünü örnek alarak düzenlettiği bu dev alan köpeklerden bebeklere, yaşlılardan gençlere herkesin canının çektiğini yapabileceği bir yer. Havaların oldukça sıcak olduğu şu günlerde "özgür güneşleme"yi sevenler Schwabing deresinin çimenlerini ele geçirmiş! Daha çok özgürlüğü sevenler ise az ötedeki İsar nehrinin kıyılarını yeğliyor... Günün belli saatlerinde parkın uçsuz bucaksız çimenlerini dört ayaklı sevimli hayvanlar ele geçiriyor! "Ev hapsi"nden birkaç saatliğine olsa da kurtulduğu için sonsuz mutlu, her cinsten, her renkten, her boydan ve her yaştan köpek deliler gibi koşuşturuyor, hoplayıp zıplıyor. Seyreden için eşsiz bir gösteri... En iyi cins, en soylu köpekler ise,  çimenlerdeki "karmakarışık özgürlük" soylu sahiplerinin pek hoşuna gitmiyor olacak buraya uğramıyor.

Bu kent parkında başka özgürlükler de var. Ağaç altlarında, çimenlerde akla gelen her müzik türünü dinlemek mümkün. Tamtamlara darbukalar, trompetlere saksofonlar karışıyor... Yakındaki Münih Üniversitesi'nde yıllar geçiren Güney Amerikalı, Afrikalı öğrencilerin müziği kulağa pek hoş geliyor. Bir başka köşeyi piknik yapanlar ele geçirmiş. Kömür ateşinde yağlı domuz etleri, iri sosisler, şişe geçirilmiş balıklar kızarıyor. Ağaçların gölgesinde bira içenlere kimse karışmıyor. İngiliz parkındaki özgür yaşama parkın yollarında devriye gezen polisler değil karışmak, yaşamın tadını çıkaran kent insanlarına dostça gülümseyip onlara selâm veriyor...

Kleinhesseloher gölünde küçük kayıklar dolaşıyor, kazlar, ördekler, alımlı bembeyaz kuğular sularda süzülüyor. Gölden Aumeister bira bahçesine uzanan bölümde her şey sakinleşiyor. Burada doğa tavşanların, sincapların, arada sırada ortaya çıkan alageyiklerin elinde. İngiliz parkından geçen dereciklerde kunduzlar, porsuklar da özgür yaşayabiliyor. 1789 yılından bu yana beton hiç girememiş bu parka!

Kentin merkezinde şöyle bir gezinmeden Stuttgart'a dönmek olmaz. Münih'in göbeğindeki ünlü Viktualien pazar alanı insan dolu. En iyisi yarım kızarmış tavukla seramik kupada buz gibi bira alıp, uzun tahta masalardan birine oturmak, keyifle yiyip içmek, karşınızdaki Bavyeralı ile sohbet etmek, cumartesi alışverişine çıkmış hanımefendilerle yanlarındaki beyefendileri, suları buz gibi fıskıyeli küçük çeşmenin yanında durmuş, bir yandan çene çalan, bir yandan ulusal içkileri köpüklü biralarını yudumlayanları, merakla dolaşan, sürekli deklanşöre basan her milletten turistleri seyretmek... İçlerinde birkaçı var ki Viktualien pazarında dolaşanlara hiç uymuyor. Dört hanım, tepeden tırnağa örtülü, değil saçlarının tek teli, ayakkabıların burnu bile görünmüyor. Gözlerinde kocaman kocaman kara gözlükler. Bir ellerinde pahalı marka çantalar, bir ellerinde külahta dondurmalar. Durmuş, çevrelerini seyrediyor, arada sırada uzun peçelerini, biraz zor da olsa kaldırıyor, dondurmalarını yalıyorlar... Az ötede ıhlamur ağacının gölgesine sığınmış kısa deri pantalonlu, şık loden şapkalarına keçi sakalı takılı dev gibi Bavyera erkekleri biralarını yudumlamayı bırakmış onlara bakıyor!

Stuttgart trenine gitmeden önce Sevgili Erol Özkan'la buluşuyoruz. Konuşurken daldan dala atlıyoruz. Geçmişten, gelecekten, ortak anılardan, Münih'ten, kentte yaşayan Türklerden söz ediyoruz. Konuşmadığımız tek konu: Türkiye! Almanya'dan "memleketi kurtarmak" bize mi düşmüş?

www.ahmet-arpad.de

28 Temmuz 2013

‘Büyük Birader' bizi dinlerken

Cumhuriyet 28.07.2013
STUTTGART
AHMET ARPAD


İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden günümüze neredeyse 70 yıl geçti. Almanya topraklarında hâlâ 80 bine yakın yabancı asker var. ABD'nin 24 askeri üssünde tam 56 bin asker görevli. Ayrıca İngiltere 15 üsse sahip, 20 bin askeri sürekli Almanya topraklarında. Ülkedeki en önemli ABD üslerinden biri Ramstein'daki hava üssü. 1400 hektarlık alana kurulu ve ABD dışındaki en büyük Amerikan üssü olduğu söylenen Ramstein'dan Irak ve Afganistan savaşları yönetiliyor! ABD'nin Almanya'daki üslerinden çok önemli ikisi de Stuttgart'ta. Bizim eve de çok yakınlar! United States European Command'ın (EUCOM) denetim bölgesi Batı Avrupa'dan ta Ural dağlarına ve Ortadoğu'ya uzanıyor. Diğeri de tüm Afrika kıtasından sorumlu (!) Africom. ABD'nin kara kıtada terörist avında kullandığı insansız uçakların kumandasından Stuttgart'taki Africom sorumlu. US Army Field Stuttgart sivil havaalanıyla karşı karşıya. Almanya'dan kumandalı insansız uçakların Afrika'da arada sırada sivilleri de öldürmesine, uluslararası hukuka aykırı da olsa, hiçbir Alman hükümeti ağzını açıp karşı çıkamıyor. Amerikan askeri uçakları Alman hava sahasını da kendi istediği gibi kullanıyor. Resmi açıklamalara göre, ABD'nin kendine yandaş ülkelerde tam 761 askeri üssü var!

İkinci Dünya Savaşı sonrasında "Dörtler"in kurulmasına izin verdiği Federal Almanya'ya demokrasi tabanın zorlamasıyla değil tepeden inme gelmişti. 1949 yılında kabul edilen günümüz Alman Anayasası, 20. yüzyılda bu topraklardan üçüncü bir savaş çıkmaması için Almanya'yı kontrolü altında tutmak isteyen ABD'nin kendi anayasasının hemen hemen bir kopyasıdır. "Dörtler" Avusturya ile 1955'te barış antlaşması imzalarken Almanya ile savaşın ardından hiç masaya oturmamışlardır. Topraklarında şu anda elliye yakın yabancı üssün ve 80 bin yabancı askerin olması Almanya'nın hâlâ işgal altında olduğunun bir kanıtıdır! İşte bu gelişmeler göz önüne alındığında ABD Ulusal Güvenlik Dairesi'nin ülkede ayda yarım milyar kez internet trafiğini ve telefon görüşmelerini izlemesine hiç şaşmamak gerek. Eski NSA çalışanı Snowden'in açıklamasına göre Amerikalılar Almanya başbakanına bağlı istihbarat teşkilatı BND'yle ortak çalışıyor. Politika uzmanları ve muhalefet Angela Merkel'in bu skandaldan habersiz olduğuna inanmıyor. Belki de Başbakan'ın son haftalarda pek ağzını açmamasının nedeni bu! 1945'ten günümüze 80 bin Amerikan, İngiliz, Fransız, Hollanda ve Belçika askerinin konuşlandığı bir ülkeyi yönetenler ne yapsın? Merkel'in eli kolu bağlı! İki ay sonra Almanya'da genel seçim var. Acaba dinleme skandalı daha büyüyüp CDU'yu iktidardan uzaklaştırır mı? Medyada gittikçe sık öne sürülmeye başlanan bir sav da, Alman insanının her yazdığından, her konuştuğundan haberdar NSA'nın topladığı bilgileri Alman istihbarat teşkilatı BND'ye ilettiği. ABD sadece Almanya'yı değil, Avrupa'da birçok ülkenin temsilciliklerini de dinlemiş. Dinlenenler arasında Türkiye temsilciliklerininde olduğu ortaya atılınca Dışişleri'nden bir yetkili: "Bunu kabul etmemiz mümkün değil... Böyle bir şey ortaya çıkarsa ABD'den izahat isteriz" demişti! Bakalım Amerikalılar bize neyi nasıl "izah edecek?" Acaba Avrupa'da bireyleri dinleyen kulakları Türkiye'ye de uzanmış mı?
George Orwell'in, konusu 1984 yılında geçen "1984" adlı ünlü eserinde totaliter bir devletin başındaki "Büyük Birader" bütün gücü elinde tutar. "Düşünce polisi"nin her yerde gizli ajanı vardır. Telefonları dinlenen, baskıcı bir dünyada yaşayan, farklı düşünmelerine izin verilmeyen insanlar her yerde izlenir, saydamlaştırılır, sonunda bir korku toplumu oluşturulur. Orwell 1948'de bu dev eseri kaleme alırken Hitler örneğinden yola çıkmıştır. "Kitabımdaki toplumun bir gün var olup olmayacağını bilmiyorum, ancak buna benzer bir toplumun geleceğine inanıyorum" diyen Orwell'in düşüncelerinin bilimkurgu olarak kalmadığı yürekli genç Snowden'in sunduğu belgelerle kanıtlandı, hatta şu ana kadar ortaya çıkanlar bile Orwell'in bilimkurgu romanını kat kat aştı! Obama ile Putin arasına kara kediyi sokan Snowden'in geçen hafta Moskova havaalanında söyledikleri biz "küçük insanı" düşündürmeli: "Hepimizi ilgilendiren şeyleri açıklamadan önce çok düşündüm. Fakat doğruluğuna inandığım bir şeyi yapmış olduğuma şimdi pişman değilim... Devletlerin yasadışı davranışlardan kaçınmaması bizler için en büyük tehlike. Bu böyle devam edemez!"

www.ahmet-arpad.de

7 Temmuz 2013

Maymunlarla göz göze...

Cumhuriyet 07.07.2013
STUTTGART
AHMET ARPAD

Bir yanda goriller, bonobolar, diğer yanda politikacılarla gazeteciler... Bugün bir araya gelmişler. Bir görüşme için değil. Bu bir açılış, dört yüz davetlinin katıldığı, açık büfeli, Afrika müzikli bir tören. Stuttgart’ın tarihi hayvanat bahçesi Wilhelma’nın (www.wilhelma.de) değerli maymunları yeni “evleri”ne taşındı! Açılışa, başta eyalet başbakan yardımcısı ve maliye bakanı Nils Schmid ile eşi Tülay olmak üzere alt ve üst düzey yerel politikacılar akın akın geldi. 2006 yılında yapımına karar verilen, ancak temeli 2010’da atılan, giderleri sonunda 22 milyon Avro’ya tırmanan Maymunlar Evi’nin yapımı tehlikeye girince 28 bin üyeli Wilhelma Dostları Derneği 9 milyon Avro’luk katkıda bulunmuş. Avrupa’da bir benzeri yok, gerçekten görülmeye değer, ileriye dönük modern bir yapı. Hemen hemen tamamı camdan. Stuttgart’ın Wilhelma hayvanat bahçesi Avrupa’nın tek goril yetiştirme merkezi. Mimarı, uzun yıllardır tanıdığım Prof. Hascher’in Almanya’nın mimarları arasında önemli bir yeri var. Stuttgart’ın göbeğindeki Sanat Müzesi ile büyük bir alışveriş merkezinin de mimarı olan Prof. Hascher’in özelliği yapılarında çok cam kullanması. Bunu Maymunlar Evi’nde de gerçekleştirmiş. Gorillerle bonobolar 2300 metrekare büyüklüğünde alanda tabii birbirlerinden ayrı yaşıyorlar. Eskisinden tam on dokuz kat daha büyük bir alana inşa edilmiş bu yapıyla Wilhelma bir dönüm noktasına imza atmış. Maymunların geleceğe dönük yeni evi lüks, aydınlık ve de ferah. Burada yaşayan 25 goril ve bonobo artık oturdukları, yattıkları veya oynaştıkları yerden dışardaki güzel doğayı seyredecek, günün belli saatlerinde koşturup zıplayacakları, çimenlerine uzanacakları parka çıkacaklar. 1500 metrekarelik dış yeşil alanda on beş metre yüksekliğindeki değişik ağaçlar, çimenler ve bir derecik onları bekliyor. İki yüz metre ötedeki “eski evleri”nden buraya taşınırken elli yaşındaki Mimi Hanım hiç zorluk çıkarmamış, neredeyse “tıpış tıpış” arabaya binmiş. Bir yaşından küçükler de kucakta gelmiş. Büyük goril ailesinin 23 yaşındaki, 160 kilo ağırlığındaki şefi, hep öfkeli bakan Kibo’yu ise uyutup koskocaman bir sandığa koymak gerekmiş.

Ancak açılış töreninde biraz keyifsiz gibiler. Camların arkasındaki kalabalık hoşlarına gitmemiş olacak! Birkaç gün önce taşındıkları kocaman “evleri”ne daha alışmadan, camların ardında konuşup eden, gülen, kendilerine ikide bir el sallayan politikacılardan, fotoğraf ve film çeken gazetecilerden ve diğer kuru kalabalıktan rahatsız oluyorlarmış gibi. Sadece küçüklerin hiç umurunda değil bu yeni dünya. Onlar insan çocuklarının da severek oynayacağı büyükçe bir odada koşuşturarak, salıncaklarda sallanarak, topları sağa sola savurarak tam bir keyif çıkarıyor. Goriller yükseklere tırmanmadıkları, hoplayıp zıplamadıkları, sadece gezindikleri için onlara ayrılan alan, daha çok halatlara ve ağaçlara tırmanmasını seven bonoboların yaşadığı alanın iki katı. Dışarıya çıktıklarında da goriller otların, ağaçların altında bir şey arayıp dururken veya meşe gövdelerine sırtlarını dayayıp şöyle bir kestirirlerken, alçak dallara çöreklenip sağa sola bakınırlarken, bonobolar kendilerine ayrılan açık alanda yükseklere tırmanıyor, insanın yüreğini ağzına getiren değişik jimnastik hareketleri yapıyor, metrelerce yukardaki hamaklara kurulup ayaklarının altında uzanan hayvanat bahçesini ve çevresindeki büyük parkı seyrediyorlar. Gerek bonoboların, gerekse gorillerin bütün gün tembel tembel oturmasını veya uyuklamasını önlemek için değişik kimi yöntemler de uygulanıyor. Bazı bölümlerde ancak uğraşı sonucu bulabilecekleri köşelere leziz yiyeceklerle oyuncaklar saklanıyor. Açıp alacakları dolap raflarına da günün belli saatlerinde yiyecekler bırakılıyor. Susuzluğunu gidermek isteyen maymunun duvarlardan arada sırada akan sulara ağzını uzatması gerekiyor. Bonobolar (cüce şempanze) için bir köşeye kocaman bir televizyon ekranı yerleştirilmiş. Burası onların “televizyon odası...” Canı sıkılan bonobonun ekranın yanındaki düğmelere basarak Bonobo TV’nin her gün yarım saat boyunca yayınladığı beş değişik çizgi filmi seyretme olanağı var!

www.ahmet-arpad.de

16 Haziran 2013

Bir başbakanın hüzünlü sonu

Cumhuriyet 16.06.2013
STUTTGART
AHMET ARPAD

Stefan Mappus Baden-Württemberg Eyaleti başbakanıydı! Yanlış hırsının kurbanı olan Mappus'un başını kent parkının ağaçları yedi! Stuttgart tren istasyonunu yerin altına almak ve toprağın üstünde açılan boş araziye de lüksün lüksü rezidanslar, alışveriş merkezleri, oteller yapmak için kentin göbeğinde iki yüze yakın tarihi ağacın kesilmesini onaylamıştı... 30 Eylül 2010 Almanya tarihine "kara perşembe" olarak geçti. O gün ağaçların kesilmesini çimenlere oturarak engellemek isteyen genç, yaşlı insanları geri tepen eli sopalı, coplu binin üzerinde polisin kaba kuvvet kullanması, kendi halinde insanların üzerine su ve gaz sıkması sonucu 450 kişi yaralandı. İçlerinden bazıları bugün görme engelli "Ben yaptım oldu" kafa yapısına sahip Stefan Mappus için başbakanlığı döneminde "Acımasız bir buldozer politikası uyguluyor" denirdi! 30 Eylül olaylarının ardından Mappus başka bir skandala daha el attı. Almanya'nın en büyük üçüncü enerji kuruluşu EnBW'nin Fransız Electricite de France (Edf) şirketindeki hisselerini 4.8 milyar Avro'ya hiç kimseden habersiz satın aldığı ortaya çıktı. Ne eyalet meclisine, ne de kabineye danışan Mappus sadece eski okul arkadaşı Dirk Notheis'la bu işi bitirmişti! Notheis'ın satıştan yüzde 0.3 komisyon aldığını bir meclis araştırması kanıtladı. İşte bu iki olay, özellikle park ağaçlarının kesiminin neden olduğu "kara perşembe" hem Mappus'un sonu oldu, hem de partisi CDU'ya Mart 2011'de seçim kaybettirdi! Yarım yüz yıl aralıksız hüküm süren Hıristiyan Demokratlar koltuğu muhalefete bırakmak zorunda kaldı. Mappus ise araştırma komisyonlarına hâlâ hesap veriyor. Partisince dışlandı. Politik yaşamında ona destek olmuş bütün yandaşları da birer birer uzaklaştı. Yanlış hırslı, hep öfkeli başbakan geride bir yıkıntı bıraktı! Komisyon hakkında olumsuz rapor verirse yargıç karşısına çıkması da gerekecek. Ceza alabilir. Evet, hüzünlü bir son. Tarihi ağaçların kesilmesine karşı çıkan, çılgın projeye direnen binlerce Stuttgartlı 2009 Ekimi'nden bu yana her pazartesi günü kent merkezinde toplanıyor. Kendilerine "park koruyucuları" denen direnişçiler, Stuttgart-Ulm demiryolu bağlantısının yenilenmesi de dahil toplam 10 milyar Avro'ya mal olacak akıl almaz projeyi şu an durduramasalar bile birkaç yıl geciktirtmeyi başardılar. Stuttgartlı mimar Paul Bonatz'ın bundan 100 yıl önce yapmış olduğu 16 peronlu büyük tarihi istasyonun bir bölümü tüm karşı çıkmalara karşın yıkıldı. Torunu bile yasal haklarını kullanamadı! Bonatz, Münih tren istasyonu projesini kendi kafasına göre değiştirmek isteyen diktatör Hitler'le anlaşmazlığa düşünce Almanya'yı Türkiye yönünde terk etmişti. Şehir plancısı ve mimarı Bonatz ülkemizde birçok önemli yapı ve projeye imzasını atmış bir ünlüdür. Bu yapıların arasında Ankara Saraçoğlu Mahallesi, Sergievi'nin tiyatro ve opera binasına dönüştürülmesi de vardır. Ayrıca İTÜ Taşkışla binasının değişim ve onarımı da onundur. 1943-1954 arasında Türkiye'de kalan Bonatz, Anıtkabir mimari Emin Onat'ın projesini kabul eden uluslararası jürinin başkanlığını da yapmıştı. Yönetenler Stuttgart'ta Bonatz'ın dev eserini kuşa çevirmeye, kente oksijen sağlayan 80-90 yıllık iki yüze yakın tarihi ağacı rant uğruna yok etmeye hazırlanıyor. CDU'dan sonra eyalet yönetimini ele geçiren SPD-Yeşiller koalisyonun birçok yerde eli kolu bağlı, çünkü sözleşmeleri Mappus ve ondan öncekiler yapmış. 2021'de bittiğinde kârlı olmayacağı şimdiden kesinlik kazanmasına karşın proje sahibi Alman Devlet Demiryolları, Angela Merkel'in de isteği üzerine, yapılmasından bir türlü vazgeçemiyor. Almanya yönetenlerin inatçılığını şu sırada Berlin'in yeni havalanında da yaşıyor. 2006 yılında yapımına başlanan ve 1.7 milyar Avro'ya çıkacağı söylenen, ancak sayısız teknik sorun nedeniyle bir türlü bitirilemeyen havalanına şu ana kadar 4.5 milyar Avro harcanmış! Merkel nedense bu skandal projede de inat ediyor! Başka bir trajedi ise Hamburg'da oynanıyor. 2007'de Elbe Nehri kıyısına temeli atılan ve eyalet yönetiminin 80 milyon Avro'ya mal olacağını söylediği 110 metre yükseliğindeki yapı da henüz bitmedi. Konser salonu, rezidans, beş yıldızlı otel için verilen yeni bitim tarihi 2017, toplam gider de 780 milyon Avro. Bütün bunlara karşın Merkel'in 23 Eylül genel seçimlerinde yine en yüksek oyu alıp, "tek kadın" kalması bekleniyor. Nedeni basit! Muhalefetin başbakan adayı çok zayıf! Son günlerde kentli Türklerin düzenlediği Gezi mitinglerine katılan Stuttgartlı park koruyucuları direnişi birlikte gerçekleştiriyorlar.

www.ahmet-arpad.de

2 Haziran 2013

Hoplaya zıplaya bardan bara!

Cumhuriyet 02.06.2013
STUTTGART
AHMET ARPAD


Saat gecenin ikisi. Başka zaman olsa çoktan uykudayız. Fakat bu gece bir dost eğlentisinden dönüyoruz. Sabah biraz geç kalksak da o kadar önemli değil. Yolumuz kent merkezindeki Theodor Heuss bulvarından geçiyor. Sadece beş yüz metrelik sekiz şeritli geniş bulvar cumayı cumartesiye bağlayan bu gece tam bir "ana baba günü!" Uzun kışın ardından özlemini çektiği ılık ilkyaz gecelerinin tadını çıkarmak isteyen Stuttgart'ta insanlar sokaklara dökülmüş. Geniş kaldırımları kızlı-erkekli genç grupları doldurmuş. Bulvarın iki yanında son on yılda peş peşe açılan sosyetik, kibar, lüks barlar adam almıyor. Havanın güzel olmasından yararlanıp dışarıya da masalar atılmış! Suite 212, T-O 12, BarBee, Barcode, Muttermilch, L'Oasis, Rohbau, Sausalitos ağzına kadar dolu. Çoğu insan içerde ve dışarda, ellerinde rengârenk içkiler ayakta. Turistlerin ve hafta sonlarında da çevre kentlerden gelenlerin uğramadan edemediği "barlar bulvarı"nda neşe sabaha karşı dorukta!
Aynı bulvar üzerindeki bir varyete ile tiyatrodan çıkanların çoğu da eve gitmeden önce burada bir kadeh atmadan edemiyor! Stres dolu geçen bir haftanın ardından dostlarıyla, tanışlarıyla bir araya gelmek, bir şeyler atıştırıp çene çalmak, değişik kokteylerin tadına bakmak veya milli içki birayı yudumlamak, kalkıp dans etmek, yeni tanışlar edinmek, düşlere dalmak, kısacası sadece mutlu olmak isteyenler Theodor Heuss bulvarına akın ediyor.

Diskjokeylerin çoğunlukla elektro, dance, house, pop, black müzik türlerini yeğlediği kulüp ve barlarda bir tanışını arayan, başka bir müzik dinlemek veya değişik bir içki isteyen "hopping" yapıyor. Bardan bara gidiyor. Görmek ve görünmek isteyenler için Theodor Heuss bulvarı hafta sonları en uygun mekân! Buraya kadar gelip de şık barlardan, müzikli kulüplerden içeri adımını atmayanlar, alkollü içki içmeyenler de var. Onlar otomobilli fiyakalılar! Altlarında çoğu zaman kent cadde ve sokaklarında rastlamayacağınız, belki de bütün haftayı garajlarında geçiren lüks araçlar... Tabii bunlar sadece Stuttgart markaları Porsche veya Mercedes değil. 400-500 beygirlik, güzel havada üstü açılan Maserati'lere, Lamborghini'lere, Ferrari'lere hayransanız bir hafta sonu Theodor Heuss bulvarına gelin! Çoğu başka kent plakalı, lüksün lüksü araçların direksiyonlarında kelli felli, varlıklı beyler oturmuyor. Sürücüler, otomobilin kontak anahtarını kimden almış olduğu bilinmeyen, saçları briyantinli, altın zincirli, bir eli direksiyonda, diğeriyle birilerine el sallayan genç tipler.
Bunların bütün işi gücü, trafik tıkanmış da olsa gaza basıp gürültü yapmak, beş yüz metre sonra dönmek, tekrar ve tekrar aynı barların, kulüplerin önünden geçmek! Ellerinde alkollü içecekler binlerce insanın eğlendiği bulvarda tek kör kütük sarhoşa rastlamadık. Saat ikiyi çoktan geçmiş.

Bu gece artık içki içmeye niyetli değiliz. Theodor Heuss bulvarının geniş kaldırımlarını da yeterince arşınladık. Rotebühl alanındaki taksi durağına doğru yürürken şunları düşünmeden edemiyoruz. Türkiye'de yanılmıyorsam alkollü içkiye 3-4 yıl içinde son 90 yılın en büyük zamları yapıldı. Özel Tüketim Vergisi birkaç kez katlandı! İçkiyi pahallılandırmakla insanların içmekten vazgeçeceğini sanmanın doğru olmadığını, bunun sadece kaçak içki imalatını ve ülkeye kaçak içki sokulmasını arttıracağını kavrayan Almanya'da ise eyalet hükümetleri içki vergisini zamanla kaldırdılar. Kişi başına 130 litre bira ve şarap tüketilen 82 milyon nüfuslu ülkede şimdi saat 22.00 ile 5.00 arasında benzincilerle açık büfelerde her türlü içki satışı yapılamıyor. Almanya'da içki yasağını her eyalet kendine göre uyguluyor. Genelde ülkede 18 yaşından küçüklere tüm gün boyu her türlü alkollü içki satışı yapılmıyor. İdeolojik şok zamlara Almanya'da kesinlikle rastlanmıyor...

www.ahmet-arpad.de

26 Mayıs 2013

Diktatörler kitaplardan niçin korkar?

Cumhuriyet 26.05.2013
STUTTGART
AHMET ARPAD


Stuttgart Belediyesi'nin salonundaki toplantı hüzünlendiriciydi. Kentli aydınlar günümüz insanlarına, düşünden korkan Hitler'in bundan tam 80 yıl önce "kitap yakma" girişimi başlattıklarını anımsattılar. Aynı gün büyükkent belediye başkanı Kuhn'un açtığı "Yakılan Kitaplar" adlı serginin konusu insancıl yazarlar Seghers, Brod, Döblin, Mann, Graf, Remarque, Tucholsky, Zweig ve Roth'un yaşam öyküleri. Sergi açılışının ardından ağzına kadar dolu salonda belediye başkanının yanı sıra ünlü televizyoncu ve yazar Lea Rosh, tarihçi Eberhard Jaeckel ve gazeteci Jürgen Serge de konuştu. 30 Ocak 1933'te Alman toplumu Weimar Cumhuriyeti'nden Hitler diktatörlüğüne geçmişti. 10 Mayıs 1933 Alman tarihine geçen karanlık, utandırıcı günlerden biridir. O akşam başlayan "kitap yakma" girişimi tüm ülkeye sıçramış, üç hafta içinde Almanya'nın tam 22 kentinde yüz binlerce kitap yok edilmişti. Heine, Marx, Freud, Seghers, Brecht, Zuckmayer, Zweig, Mann ve Remarque'ın ünlü eserleri alevlerde yok olurken askeri orkestralar marşlar çalıyordu. Naziler, "Alman düşün dünyasının çöpü" dedikleri bu yazarların sadece Berlin'de 20 bin kitabını 10 Mayıs akşamı ateşlere attı. Nazilerin tek amacı iktidarda kalabilmek için ülkede özgür düşüncenin köküne kibrit suyu dökmekti! Kısa süre önce yayınlandığında şok etkisi yapan "Berlin-Aleksander Alanı" romanı da ateşe atılan Alfred Döblin'in olayların ardından şu söyledikleri çok uyarıcı: "Özgür düşünceye engel olamazsınız, o kuş gibidir, her yere uçar." Aynı günlerde "Radetzky Marşı" romanının yazarı Joseph Roth da dostu Zweig'a şöyle der: "Çok büyük bir felakete sürüklendiğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak."

Stuttgart'taki toplantının ardından gösterilen filmdeki sahneler de ürpertici. Berlin Opera alanında alevler yükseliyor. Ateşin çevresine toplanmış 70 bin insan çok keyifli... Seyyar satıcılar sosis, bira satıyor. Ellerinde meşaleler üniformalılar dolaşıyor. Kahverengi gömlekli üniversite gençleri binlerce kitabı ateşe fırlatıyor... "İnsanlar budalaca, hayvani bir çılgınlıkla haykırmaya başladı" diye yazar ilerde Arnold Zweig anılarında. "Bugün kitapların yakıldığı yerde, ilerde insanlar da yakılır" diyen Alman şair Heinrich Heine ne yazık ki haklı çıktı. Hitler'in ilk işlerinden biri özgürlükçü sola ve düşünürlere karşı saldırıya geçmek olmuştu. Kısa sürede yüz binlerce emekçinin yanı sıra düşünürleri, sanatçıları, bilim insanlarını da tutuklatmıştı. Üniversiteler, müzeler, kütüphaneler, tiyatrolara yapılan "temizlik" 7 Nisan 1933'te başlatıldığında Hermann Göring şöyle konuşmuştu: "Amacım haklıyı aramak değil. Görevim kötüyü ortadan kaldırmak, kökünü kazımak..." Alman aydınlarının bir bölümü olup bitene ağzını açmadı. Hatta basında,"Kentlerimizde göğe yükselen alevler, Almanya'nın yeniden uyanışının bir simgesidir" diye yazanlar oldu. Propaganda bakanı Goebbels'in 10 Mayıs'ta söyledikleri tüyler ürpertici: "Başa geçerken nasyonal-sosyalist hareketin bu kadar kısa sürede başarıya ulaşacağını, Almanya'yı radikal değiştireceğini hiç tahmin etmiyorduk." Gerçekten de 850 bin üyeli NSDAP'ye üç ayda bir buçuk milyon yeni üye eklenmişti! Almanya'ya "yeni bir ruh getirmek" için önce aydınlar elemine edilmeliydi. Hitler yönetimi 1935'te hazırladığı bir listeyle 524 yazarın "zararlı" dedikleri toplam 3601 eserinin Almanya'da yayımlanmasını ve okunmasını yasakladı.

Kitap, baskı yönetimlerinin korkulu düşüdür, örümcek kafalılar için karabasanların en korkuncudur. Çünkü kitap, işkencelerden, zindanlardan, her türlü silahtan daha güçlüdür. İnsanlık tarihinde kitaptan nefret eden, yanlış hırsından kurtulamayan diktatörler hep görülmüştür. Bireye baskı yapan, onu düşüncesinden dolayı zindana atan çıkar çevreleri her zaman ve her ülkede olmuştur. Ne yazık ki olmaya da devam etmektedir! Ancak kitap kalıcılığını ve etkinliğini her zaman korumuş, sağlıklı düşünceyi toplumlara ulaştırmayı, bireylere doğru yolu göstermeyi hep başarmıştır. Toplantının ardından konuştuğum eski tanış, Stuttgartlı ünlü kabare sanatçısı Peter Grohmann şöyle dedi: "Günümüzde dünyanın birçok ülkesinde aydınlar düşünceleri nedeniyle takip ediliyor. Eleştiri kültürü yok oldu. Bizler sadece sözlerimizle değil, çabalarımızla, girişimlerimizle de mutlaka başarılı olmak zorundayız!"

www.ahmet-arpad.de

5 Mayıs 2013

Tom amcanın kulübesi...

Cumhuriyet, 05.05.2013
STUTTGART
AHMET ARPAD 

Stuttgart'ın bahçe içindeki evleriyle ünlü şirin Sonnenberg semtindeyiz. "Hello! How are you? What can I do for you?" İri yarı, şişman, ak sakallı adam bu sözlerle karşılıyor kapıdan girenleri. Onlar da ona İngilizce yanıt veriyor. Müşteriyle dükkân sahibi arasındaki konuşma çoğu kez İngilizce devam ediyor. Çünkü buraya her gelen İngilizce biliyor. Şikagolu Tom Müller küçük dükkânında kitap satıyor. Hepsi de İngilizce... Vitrinler beyaz kartonlarla kapalı olduğundan içersi dışardan görğnmüyor. Kapının üzerindeki küçük tabelada "Books" yazıyor. Ak sakallı Tom vitrini örten kartonlardan birine de iri harflerle "All books only 1 Euro" yazmış. Rafları dolduran İngilizce kitapların tümü de second hand, hatta içerinde third hand olanlar da var! Tom'a gelenler İngilizce kitap okumak isteyen Almanlarla, Stuttgart ve çevresinde yaşayan Amerikalılar, İngilizler, Avustralyalılar, Kanadalılar... Kapıdan adımını atanı selâmladıktan sonra hemen soruyor: "Which books are you looking for?"

Şikagolu Tom daha ilkokula başlamadan okumasını öğrenmiş. İlkokulun üçüncü sınıfında babasının kütüphanesindeki eski kitapları okul bahçesine kurduğu masaya dizmiş ve üç, beş cent karşılığı arkadaşlarına ödünç vermeye başlamış. Kazancıyla da kendine yeni kitaplar satın almış. Tom Müller 1960'lı yıllarda Stuttgart'aki Amerikan üssüne asker olarak gelmiş. Ancak görevi bittikten sonra yurduna dönmemiş ve Cannstatt semtindeki Amerikan hastanesinde elektrikçi olarak yaşamını sürdürmüş. O yıllarda bir kadına aşık olunca da temelli bu ülkede kalmaya karar vermiş. Müller bugün 76 yaşında. Çocukluğundan bu yana hep bir kitap kurdu kalmış! Kitap almış, kitap toplamış, eline ne geçerse okumuş ve hiç birini kaldırıp atmamış, yetmiş yıl boyunca biriktirmiş. Polisiye romanlar, aşk romanları, mesleki kitaplar ve de Comics... Bazı raflarda çocuk kitapları da var; onları parasız veriyor. Bundan otuz yıl öncesine kadar elindeki kitapları, her cumartesi günü kent göbeğinde açılan eski eşya pazarında satmış. Ancak oradaki tezgâhı küçük gelmeye başlayınca şans yardım etmiş, bir gün ekmek alırken sohbet ettiği zengin ve yaşlı bir kadın o günlerde boş duran bu küçük dükkânı Tom Müller'e kiralamayı önermiş... Dükkândan çok büyük bir kulübe. Her taraf kitap dolu. Tam bir daraşmalık. Tavana kadar yükselen raflar arasında bir metre mesafe yok. Söylediğine göre 20 bin İngilizce kitap raflarda.. Bir 20 bin de sağda solda duran muz kartonlarında! Bir raf boydan boya Agatha Christie. Yerdeki sandık da, üzerinde yazdığına göre yine bu polisiye kraliçesinin romanlarıyla dolu...

Az önce dükkâna girmiş olan yaşlı bir kadınla sohbet eden Müller müşterisinin onlarca yıldır her cumartesi uğradığını anlatıyor. İngiliz kadın gençliğinden bu yana hep Stuttgart'ta yaşamış. "Burada rafları karıştırıyorum, hoşuma gidenleri alıp, eve götürüyorum," diyor. Kimi zaman evde duran, artık okumadığı eski kitapları da getirip, Müller'e karşılıksız veriyormuş. Yaşlı adam kısa süre önce Afrika'ya eski bisikletler ve kullanılmış gözlük çerçeveleri yollayan bir dernekle anlaşmış, bugünlerde kocaman bir karton kitap hazırlaması gerekiyormuş. Yaşlı İngiliz kadın elinde dört kitap tutuyor. Tom'a beş Avro uzatıyor ve: "That's right, thank you, so long," deyip, dükkânı terk ediyor. Kapının hemen yanında duran bir kartonun üzerinde "Sex Books" yazıyor. İçinde incecik, renkli küçük dergiler var. "My Gigolo", "Sensual Ambitions" yazıyor en üstekilerin kapağında. Yaşlı adamın anlattığına göre bir kadın getirip bırakmış Amerika'da 1950'li ve 1960'lı yıllarda sevilerek okunan bu küçük pornografik dergileri. Kadın babasının ölümünden sonra tavanarasında keşfetmiş kartonu. Günümüzde Tom amcanın kulübesine gelip, onları 1 Avro'ya alanlar çoğunlukla genç kızlarmış!

www.ahmet-arpad.de