Prof.Dr. Nilüfer Tapan'ın Kutlama Konuşması

Almanca-Türkçe Çeviri Ödülleri
17.11.2012, Alman Konsolosluğu Gümüşsuyu
 


Prof.Dr. Nilüfer Tapan
İstanbul Üniversitesi Alman Dili Eğitimi
 

Laudatio / Kutlama Konuşması
Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı,İstanbul Goethe Enstitüsü, Robert Bosch ve S.Fischer Vakıfları ve Ernst Reuter Girişimi’nin işbirliği ile oluşturulan Tarabya Çeviri Ödülü bu yıl da sahiplerini buldu. Bugün burada bu ödülü kazanan çevirmenlerimizi kutlamak için bir araya geldik. Yaşamın her alanında ülkeler ve bireyler arası iletişim ve etkileşimin yoğunlaştığı günümüzde Türkiye ve Almanya arasında köprüler kurulmasında,  iletişim ve kültür alışverişinin yoğunlaşmasında önemli bir işlev üstlenmiş olan ve bundan böyle de üstleneceğine inandığım Tarabya Çeviri Ödülü bu yıl .üçüncüsüne ulaştı. Bu durum kuşkusuz ödülün iki toplumda da yerinin sağlamlaşmış olduğunu açıkça göstermektedir.

Almancadan Türkçeye yaptığı çevirileriyle bu yılın çeviri ödüllerini almaya hak kazanan üç çevirmenimizle ilgili kutlama konuşması yapmam bana önerildiğinde çok mutlu oldum. Çünkü onlar gibi çeviri yaparak olmasa da, ben de uzmanlık alanım gereği uzun yıllardır Alman dili, edebiyatı ve kültürü ile uğraşmakta, bu alanda öğrenciler yetiştirmekte, kısacası iki kültür arasında köprüler kurmaya çalışmaktayım. Bu açıdan baktığımızda Almancadan Türkçeye çeviri yaparak iki kültür arasında bir çeşit aracı rolü üstlenmiş olan çevirmenlerimizle ortak bir noktada buluşmaktayız diyebilirim.

Sanıyorum pek çoğunuz Babil Kulesinin efsanesini duymuşsunuzdur.
İnsanoğlunun farklı diller konuşmasına gönderme yapan Babil Kulesi efsanesi çeviri uğraşı içinde olanlar için bir simge niteliğindedir. Şöyle ki, Babil halkı Tanrıya ulaşmak üzere göğe uzanan bir kule yapmak ister.  Kendisine ulaşmaya çalışan bu insanlara kızan Tanrı ise onların birbirleriyle anlaşmalarını engelleyerek onları cezalandırır ve her birine farklı bir dil verir. Babilliler artık birçok dil konuşup birbirlerini anlayamaz hale gelmişlerdir. Onların birbirleriyle yeniden anlaşmalarını sağlayabilecek tek anahtar ise dillerinin birbirine çevrilmesidir, yani çeviri eylemidir. Her ne kadar kurgusal temellere de dayansa  ve çeviri açısından olumsuzluk ya da zenginlik  olarak farklı bakış açılarıyla değerlendirilse de, bu efsane, dillerin çeşitliliğinin ve bu çeşitlilik içinde yaşanan diyalog sorunlarının çözümünde çevirinin önemli işlevini vurgulamaktadır. Nerdeyse yaşamsal bir görev yüklenmiştir burada çeviriye.
Değerli bilim insanımız Akşit Göktürk’ün sözleriyle Tek tek diller ötesinde bir ortak dildir, dillerin dilidir çeviri. Şöyle de söyleyebiliriz: İki farklı dil söz konusu olduğunda anlaşmayı sağlayabilmek için çeviri etkinliği  devreye girmek zorundadır. Ancak bu anlamda çeviri yalnızca anlamın yabancı bir dilden tanıdık bir dile aktarılması değildir. Yine Göktürk’ün deyişiyle, Her dil belli bir kültürün göstergeler dizgesiyle, belli uzlaşımlar, töreler, davranışlar, değer ölçüleriyle, kısacası somut insan yaşamıyla iç içedir. Başka dillerin tanımladığı başka dünyaların tanıtılmasıdır çeviri bu yönüyle. Bu açıdan bakıldığında çeviri etkinliğinin görevi  farklı dil ve kültür ortamlarında bulunan kişi ya da taraflar arasında aracı olarak kültürlerarası iletişimi sağlamaktır.  Çevirmen de çeviri sürecinde kendi özgün konumundan yola çıkarak  çevrilecek metni hem dilsel iç düzenlenişi, hem de toplumsal kültürel çevresi ile aktaran kültürler ve diller arası köprüler kuran bir iletişim uzmanıdır.

Çevirmenin çeviri sürecinde üstesinden gelmek zorunda olduğu sorunlar karmaşık, çok yönlü alımlama koşulları içeren edebiyat metinleri söz konusu olduğunda daha da belirginleşir. Bu bağlamda edebiyat metninin çok anlamlı yapısından yola çıkmak zorunda olan edebiyat çevirisi, genel çeviribilimin içinde kendine özgü sorunları ile ortaya çıkan bir alandır ve çevirmenini de zorlu bir süreç beklemektedir.  Ama edebiyat metinlerini çevirmek ne denli  karmaşıksa, uğraş alanı edebiyat metni olan çevirmeninin sorumluluğu ne denli büyükse, edebiyat çevirilerinin bir toplumda üstlendiği işlev de o denli önemlidir. Edebiyat çevirisi bir yandan ülkelerarası edebiyat arenasında okurları başka edebiyatlarla buluşturmanın, onların dünya edebiyatına, dolayısıyla yeni kültür alanlarına açılabilmesinin, böylece kendi bakış alanını da genişletebilmesinin bir yoludur. Bu yön edebiyat çevirisinin kültürlerarası boyutudur. Çeviri metni çevrilen dilin okurlarına yeni dünyalar açacağı gibi, farklı dillerin okurlarınca okunması, yorumlanması o edebiyat yapıtına da yeni anlamlar katacak,  metni farklı boyutlara taşıyacaktır, edebiyat yapıtının kendi  sınırlarının da genişlemesine olanak sağlayacaktır. Çeviri metni ve okur arasındaki bu karşılıklı etkileşimin sağlıklı bir biçimde yürümesinin sorumluluğu ise çevirmenindir.

İşte bugün burada bu zorlu sürecin üstesinden gelmiş çevirmenlerle bir aradayız. Benim size tanıtmaya çalışacağım üç çevirmen Almanca edebiyat ve düşünce yapıtlarını Almanya dışına Türkiye’ye taşıyarak, Türk okurun bu yapıtlarla tanışmasına, bunlar aracılığıyla Almanca konuşulan toplumlara  daha değişik açılardan bakmasına ve toplumlar arasındaki kültür alışverişinin yoğunlaşmasına  olanak sağlamıştır.

Almancadan Türkçeye yapılan çevriler için verilen Tarabya çeviri büyük ödülünü bu yıl Ahmet Arpad alıyor. Ahmet Arpad 1942 İstanbul doğumlu. Orta ve lise öğrenimini Alman ve Avusturya liselerinde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı, o zamanlar ki adıyla Alman Filolojisinde yüksek öğrenimine başladı. Yüksek öğreniminin ardından 1968 yılında Almanya’ya giden Ahmet  Arpad 1968 yılından bu yana Almanya’da yaşamanı sürdürmekte ve burada serbest gazeteci, fotoğraf sanatçısı ve çevirmen olarak çalışmakta. Kendisinin sizlere en genel çizgileri ile aktardığım eğitim öyküsünü araştırırken biraz şaşırdım, biraz da üzüldüm. Ahmet Arpad ile aşağı yukarı aynı yıllarda Alman Lisesi, Alman Filolojisi gibi aynı eğitim kurumlarında okumuşuz. Sanırım aynı kuşağın insanları olarak dünyada ve özellikle de ülkemizde yaşanan birçok acılı ya da sevinçli olaya benzer bir bakış açısı ile yaklaşmışız. Fakat nedense bugüne dek yollarımız kesişmemiş, keşke şimdiye dek kesişmiş olsaydı, keşke karşılıklı daha yoğun bir bilgi, düşünce ve deneyim alışverişi yaşamış olsaydık. Kuşkusuz benim için Ahmet Arpad ismi, okul yıllarından olmasa da, daha sonraları tanıdığım, bildiğim bir isim. Kendisini bir kere gazeteci kimliğiyle tanıyorum. Cumhuriyet gazetesindeki Almanca konuşulan ülkeler ile ilgili düşüncelerini, yorumlarını aktardığı yazılarının pek çoğunu okudum ve okumaktayım. Bu yazılar bir yandan benim de uzmanlık alanım olan bu ülkeler üzerine bilgi ve yorumları içerdiği için ilgimi çekmekte, öte yandan ise bu yazılarda vurgulanmakta olan toplumcu, eleştirel boyut olayları değişik bir yönden değerlendirebilmeme yol açmakta. Gerçekten de Ahmet Arpad’ın yazıları Almanca konuşulan ülkelerde yaşanan güncel ya da tarihsel olaylara dikkati çekerken evrensel olanı vurgular, bu bağlamda dünyadaki ya da Türkiye’deki toplumsal siyasal gelişmelere de göndermeler yapar, ilişkiler kurar.
Arpad’ınvurgulanması gereken bir başka kimliği ise fotoğraf sanatçılığıdır. Kendisi bugüne dek 19 kişisel sergi açmıştır. Fotoğrafçılığıyla ilişkili olarak belki gezi yazılarına da değinmek gerekir. Nitekim kendisi bu çerçevede 1994-95 Abdi İpekçi Gezi Yazısı yarışması ikincilik ödülünü almıştır.

Gazeteci ve sanat fotoğrafçılığının yanı sıra Ahmet Arpad’ın en önemli uğraş alanı kuşkusuz Almancadan Türkçeye yaptığı çevirilerdir. Kendisi pek çok önemli Alman yazarının yapıtını Türkçeye kazandırmış, Türk okurunun Alman kültürüne ve Almanya gerçeğine edebiyat yoluyla ulaşmasına, Alman edebiyatıyla buluşmasına olanak sağlamıştır. Konuşmamın başında da dile getirdiğim gibi, bu buluşmanın iki taraf arasında yapıcı bir iletişim ve etkileşime dönüşmesinin sorumluluğu iki kültür arasında köprü görevi üstlenmiş olan çevirmenindir. Bu görevi sürdürürken çevirmenin, hem çevirdiği, hem de çevireceği dilin kültür ve edebiyatını da derinlemesine tanıması gerekir. Ahmet Arpad’ın bu sorumluluğu taşıdığı ve bu koşulları yerine getirdiği kanısındayım. Yaşam öyküsü, eğitim çizgisi ve yaşam biçimi bize bunun ipuçlarını vermekte.

Şöyle ki, Ahmet Arpad’ın babası ünlü bir yazar ve çevirmen olan Burhan Arpad çağdaş Alman ve Avusturya edebiyatını Türkiye’de tanıtan yazarların başında gelir. Kendisi Alman ve Avusturya edebiyatından geniş bir yazarlar yelpazesini Türkçeye kazandırmış, yaşam boyu edebiyatla yoğrulmuş bir yazardır.

Demek ki Ahmet Arpad daha çok küçük yaşlarda, daha baba evinde bile çeviri ve Almanca gibi sözler  duyarak büyümüş, çeviri uğraşı ile tanışmış. Orta öğrenimini sürdürdüğü Alman ve Avusturya Liselerinde ise öğrencilere Alman dili ve edebiyatının ne denli yoğun bir biçimde öğretildiğine, Alman Lisesini bitirmiş birisi olarak ben de tanıklık edebilirim. Bunların ardından ise Germanistik/Alman Filolojisi yüksek öğrenimi... Böyle bir gelişim çizgisi Alman dil, kültür ve edebiyatının içselleştirilmiş olduğunun bir göstergesidir kuşkusuz. Arpad’ın çevirileri yoluyla çağdaş Alman edebiyatının önemli edebiyat yapıtlarının başka diller üzerinden değil de, Alman edebiyat geleneğini ve kültürünü yakından tanıyan bir Germanist tarafından, birinci elden Türkçeye aktarılmış olması da bence önemli bir olay. Almancadan Türkçeye yapılan bu çeviriler Türk iye’de pek çok okura ulaşmış ve birçok kez basılmıştır. 

Ahmet Arpad Almanca yazan çağdaş yazarların roman,anlatı,tiyatro türünde pek çok yapıtını Türkçeye çevirmiştir. Bunların içinden  Hermann Hesse, Heinrich Böll, GerhardHauptmann, Anna Seghers, Hans Fallada, Thomas Bernhard’ı sayabiliriz. Bunların yanı sıra birçok çevirisinin ise Stefan Zweig ve Johann Mario Simmel üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Arpad’ın çağdaş Alman romanının temel taşlarından sayılabilecek Alfred Döblin’in Berlin Aleksander Meydanı romanını çevirerek bu romanı  Türkçeye kazandırmış olmasının üzerinde  ayrıca durulması gerekir. Burada belirtmek istediğim bir nokta da , seçilen yazarlar ve çevrilen yapıtların sosyal içerikli oluşları ve toplumsal eleştiriyi öne çıkarmalarıdır,ki bu da Arpad’ın yaşama bakış açısıyla örtüşmektedir kanımca.  Çeviri yayınlarının yanı sıra Ahmet Arpad’ın 1940-2000 yılları arasında yazan öykü yazarlarını topladığı bir Alman Edebiyatı Öykü Antolojisi de bulunmaktadır.
Ahmet Arpad yanlızca masa başında oturup çeviriler yapan bir kişiliğe sahip değildir. Toplumsal olaylara karşı olan duyarlılığı kurucularından olduğu ya da etkin olarak yer aldığı derneklerde de kendisini göstermektedir. Bu çerçevede Stuttgart Alman-Türk Forumu’nun kurucuları arasında yer almakta, Alman Gazeteciler Cemiyeti’nin (Deutscher Presseverband), Uluslar arası PEN Yazarlar Birliği’nin, Salzburg Stefan Zweig Merkezi’nin ve Türkiye’deki Çevirmenler Birliği ÇEVBİR’in üyesidir.

Burada sizlere elimden geldiğince Ahmet Arpadı tanıtmaya çalıştım. Çok yönlü ilgi alanları olan, bunları başarıyla sürdüren, ancak çeviri uğraşına, Almancadan Türkçeye çevirilere gönül vermiş, belki de bu uğraşı yaşamının önemli bir parçası haline getirmiş olan Arpad bu yılın jüri değerlendirmesinde tüm çevirileri göz önünde bulundurularak Tarabya Çeviri Büyük Ödülünü almaya hak kazandı. Kendisini kutluyorum. Bundan böyle de yapacağı çevirilerle Türk okurunun edebiyat dünyasını zenginleştireceğine inandığımı bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder