Die Gaste, Ocak 2013
AHMET
ARPAD
Almanca konuşulan ülkelerde
üç milyondan fazla insanımız yaşamasına karşın Alman dili edebiyat’nın eserleri
kanımca Türkiye’de az okur buluyor. Bana sorarsanız, bunun nedenlerinden biri
de geçtiğimiz çağın ikinci yarısında Almanya‘nın Böll ve Grass dışında çok
başarılı bir edebiyatçı çıkarmamış olmasıdır. Son otuz yılda Türk toplumunun
içinden ise Almanya’ya kıyasla başarılı daha çok edebiyatçı çıktı. Günümüzde
Türkiye’de hâlâ Erich Maria Remarque, Anna Seghers, Stefan Zweig, Alfred
Döblin, Hans Fallada ve Joseph Roth’un 80-90 yıl önce yazdıklarının büyük ilgi
çekmesi bunun en önemli kanıtıdır. Şunun da üzerinde durmak isterim, sözünü
ettiğim bu yazarların tümü de insancıl, toplumcu ve savaş karşıtı idi! Benim
seçtiğim, yayınevlerine önerdiğim ve severek Türkçe’ye kazandırdığım bu
yazarların bir çok eserinin ülkemizde sayısız yeni baskı yapmış olmasının
nedeni Türk okurunun
toplumcu ve insancıl konulara duyduğu büyük ilgidir.
Sözünü ettiğim bu yazarları
ve eserlerini bana sevdiren, ilkokulun ardından Almanca öğrenmemi destekleyen
babam Burhan Arpad’ın da 1940 yılından başlayarak Türkçe’ye kazandırdığı
yazarların ortak bir özelliği vardı: Tümü de insancıl, antifaşist,
antimilitarist ve barışseverdi… Sanırım Burhan Arpad çevirilerinin yıllardır
aralıksız yayımlanmasının en baş nedeni budur. Yaptığı çeviriler, özellikle
sayısız Stefan Zweig ve Erich Maria Remarque eseri 20. yüzyıl Alman dili edebiyatının
Türkiye’de tanınmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Çünkü ondan önce
Almanca’dan çok az edebiyat eseri Türkçe’ye kazandırılmıştı. Ben de kırk yıldan
fazla Alman dili edebiyatıyla içiçeyim. Bugüne kadar yaptığım her çeviri beni
heyecanlandırmıştır. En önemlisi eserini Türkçe’ye kazandıracağınız yazarı
sevmenizdir. Babamın da desteği ile başladığım çeviri uğraşımı 1967‘den bu yana
sürdürüyorum. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi’nin Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim
Dalı’nda öğrenim yaptığım yıllarda Wolfgang Borchter’in ünlü eseri “Kapıların Dışında”yı okumuştum. Çok
ilgimi çeken bu insancıl eserin kısa bir bölümünü Türkçe’ye kazandırınca çeviri
işine yatkın olduğumu görmüştüm. Hemen ardından büyük bir yayınevinden Heinrich
Böll’ün “Ansichten eines Clowns” adlı romanını çevirmem önerisi gelince
kabullenmişitm.
Türkiye’de başarılı edebiyatçılar yetişirken
Naziler kitapları ateşe atıyordu
Türk
edebiyatçıları ve okurları cumhuriyet dönemiyle batı edebiyatından
etkilenmiştir. O yıllarda Almanya’da az önce sözünü ettiğim toplumsal eleştiri yapan
yazarların kitapları ateşe atılırken Atatürk toplumu Halide Edip Adıvar’ı,
Refik Halid Karay’ı, Sabahattin Ali’yi, Reşat Nuri Güntekin’i, Orhan Kemal’i,
Orhan Veli Kanık’ı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Cahit Sıtkı Tarancı’yı, Nurullah
Ataç’ı, Sait Faik Abasıyanık’ı çıkarmıştır. Anadolu aydınlanmasını yaşayan
insanlarımız Alman edebiyatının iki ünlüsüne, Stefan Zweig ve Erich Maria
Remarque’a ilgi duymaya başlamıştı. Nazilerden kaçmak zorunda kalan bu iki
yazarı Türk okuru 1940’lı yıllardan başlayarak Burhan Arpad aracılığı
tanımıştır. Bu arada şunu da anımsatmakta yarar vardır, o yılların ünlü Milli
Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel (şair Can Yücel’in babası) sadece köy
entstitülerinin kurulmasını gerçekleştirmemiş, bakanlık olarak dünya
edebiyatının sayısız ünlü eserinin Türkçeye kazandırılmasını da sağlamıştır.
Yabancı
blr dilden anadile yapılan
çeviriler sayesinde ülkelerarası okurların başka edebiyatlarla buluşması mümkün
olmaktadır. Böylece başka toplumları da tanıyabilen okurlar yeni yeni kültür
alanlarına adım atarlar. Edebiyat çevirmenlerinin çabalarıyla oluşan
kültürlerarası bu köprünün önemi inanılmazdır. Çok farklı millet ve ırktan
milyarlarca insan çevirinin aracılığı olmasaydı birbiriyle anlaşamazdı.
Çeviridir onlara başka dünyaların, başka toplum kültürlerinin kapılarını açan.
Çevirmendir okurun ufkunu genişleten, onun görüş dünyasını sonsuzlaştıran kişi.
Bu nedenle geri kalmış, despotça yönetilen kimi ülkede baştakiler ne
edebiyatçıları sever, ne de başka dillerden aydınlatıcı eserleri çevirenleri!
Türkiye ve Avrupa arasındaki bağlar
değişik dallarda özellikle son 20 yıldır hızla gelişti. Edebiyat alış verişinde
de bir değişim ve gelişme yaşanmakta. Bu değişim özellikle son 10 yılda kendini
hissettiriyor. 2005’de gerçekleştirilen Türkçe Çeviri Projesi (TEDA) kapsamında
Türk edebiyatına yurtdışına açılma olanağı çıktı. 2006’da Orhan Pamuk’un Nobel
ödülü alması, ardından ülkemizin 2008’de Frankfurt Kitap Fuarı’nda onur konuğu
olması bu gelişmeyi hızlandırdı. 1970’li yıllarda Alman okuru sadece Yaşar Kemal‘le
Nazım Hikmet‘i tanırken, şimdi Halide Edip Adıvar, Sabahattin Ali ve Ahmet
Hamdi Tanpınar’dan Ayşe Kulin’e, Aslı Erdoğan’a ve Murathan Mungan’a modern Türk
edebiyatının yazarlarını da çok geniş bir yelpazede tanıma olanağını elde etti.
Çevirmenlere geç de olsa değer veriliyor
Son 80
yılda Türk edebiyatının çıkardığı “ünlüler” bugün Alman edebiyat dünyasında
tanınıyorsa bunda en büyük rolü TEDA projesinin ötesinde Stuttgart Robert Bosch
Vakfı’nın Zürihli yayıncı Unionsverlag’ın “Türkische Bibliothek” projesine
verdiği büyük desteği de unutmamak gerekir. Bu proje kapsamında yazarlarımızın
20 eseri 2005-2010 yılları arasında Alman dilinin konuşulduğu ülkelerde
okurlarla buluştu. Türkiye
ve Almanya arasındaki karşılıklı ilişkilerde, özellikle Almanya’da yaşayan Türk
kökenli vatandaşların uyumu sürecinde edebiyatın önemli bir köprü görevi görebileceği
insanlarımızın bu ülkeye gelişinin onlarca yıl ardından anlaşılmıştır! Bu
nedenle Ernst Reuter Kültürlerarası Diyalog Girişimi çerçevesinde Alman Dışişleri
Bakanlığı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Kültür Enstitüsü, S.Fischer
Vakfı ve Robert Bosch Vakfı ortak projeyle Türkçeden Almancaya, Almancadan
Türkçeye yapılan başarılı çevirileri 2010 yılından bu yana iki büyük ödülle onurlandırmaktadır.
Yabancı bir dilden yaptığı çeviriyle
her defasında zorlu bir süreci aşan, önemli bir görevi yerine getirirken büyük
bir sorumluluk üstlenen ve anadiline kazandırdığı edebiyat eseriyle iki ülke
arasındaki kültür köprüsünü ayakta tutan çevirmenlerin bazı sorunlarına da mutlaka
değinmek gerekir. Almanya‘da özel yasalar sayesinde çevirmenler Türkiye‘ye
kıyasla çok daha iyi korunur ve güvence altına alınır. Türkiye’de edebiyat
çevirmenliği bir meslek değildir, emeklerinin karşılığını, çok ünlü değiller
ise, yeterince alamazlar, yasal hakları da zayıftır! Bu nedenle yabancı
dillerden Türkçeye çeviri yapan, bu görevi onlarca yıl sürdürebilen başarılı
çevirmenleri mumla aramak zorundayız. Türkçeden Almancaya edebiyat eserleri
çeviren, bazılarını yakından tanıdığım Alman meslekdaşlarım ise
Türkiye’dekilerin sorunlarını kesinlikle yaşamıyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder