Toplum Gazetesi /Almanya,17 Nisan 2022
ABD'li düşünce kuruluşu Atlantic Council'in kısa süre önce yaptığı bir açıklamaya göre, Rus oligarkların yurt dışında sakladığı "kara servet" yaklaşık 1 trilyon dolar! Onlar çoğunlukla kamu varlıklarını ele geçirip olağanüstü bir servetin üzerinde oturanlar. Türk Dil Kurumu oligarşiyi şöyle tanımlıyor: "Siyasal gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığı yönetim". Wall Street Journal'da (WSJ) yayınlanan analize göre sadece Putin'in yakınındaki oligarklar değil, ülkede kariyer sahibi 'üst düzey' teknoloji çalışanlarına kadar pek çok Rus kendileri için henüz herhangi bir yaptırımın olmadığı Türkiye'ye yöneliyor. Türkiye bilindiği gibi son haftalarda Rus zenginlerin yatları, jetleri ve paraları için hızla 'bir cennet' olmaya başladı!
Bir ABD üst düzey yetkilisi geçen hafta şöyle konuştu: "ABD Dışişleri Bakanlığı siyasi işler müsteşarı Victoria Nuland 4 Nisan'da Türk yetkililerle Ankara'da bir araya geldi. Kendisinin de söylediği gibi, Türkiye'nin dikkatli olması ve Rus oligarkların kirli parası için havuz olmasına izin vermemesi çok önemli."
Dünyada ne olursa olsun lüks yaşamlarından vazgeçmeyenleri ünlü yazar Stefan Zweig "Besuch bei den Milliarden" (1932) adlı denemesinde anlatıyor:
"Bir zamanlar bütün dünya yaşam umurlarında olmayanlarındı; mutlu kuşlar örneği karaların ve denizlerin üzerinden geçerler, güneşin ısıttığı, güzellerin ışıldadığı yerlere konarlardı. İtalya'nın masmavi kıyılarına, kuzeyin kayalık fiyortlarına, Tiroller'in ovalarına ve Güney Fransa'nın şatolarına... Aralarındaki kardeşçe yakınlık sonsuzdu, dünyanın dört rüzgârıyla uçar, sınırları aşarlardı. Sürekli susamış dudaklarıyla her yerde hareketli yaşamın o berrak ve tatlımsı köpüğünü içerlerdi. Nerede yoktu ki bu umursamazlar? Gürültülü, kocaman kentlerin caddelerinde rahat ve şık otomobilleriyle gezinir, Alplerin karlı doruklarından hızla kayar, çok uzak diyarlara gitmiş fatihler örneği büyük gemilerin güvertelerinden uçsuz bucaksız denizleri seyreder, akşamları Sri Lanka kentlerinin sokaklarında uçar gibi çekçeklerle dolaşırlardı. Zenginliğin altından dalgası toplumların ve dillerin üzerinden aşar, bütün dünyaya taşırdı umursamazların o büyük topluluğunu, hiç işe yaramayan, fakat güzel, yaşamın kelebeklerini...
Peki bugün nerede o büyük topluluk? Kötü duruma düşmemek, tehlikeden kaçmak için yaşadıkları ülkeleri terk ettiler. Çünkü onlar yalnız olmak istiyordu, tek başlarına ve bir arada. Umursamazlar sadece umursamazlarla bir arada yaşamayı arzuluyordu. Ve hep birlikte kaçtılar. Yukarılara, dünyanın en güzel kış köşesine, İsviçre'de Engadin'e, St. Moritz'e... Parçalanmışlar oralarda yine bir araya geldi, çünkü orada fakirlik ve hastalık yoktu. Eğlenceleri de pek kısıtlanmıyordu, hiçbir şey tehdit edici değildi. Lüksün kalesi otellerin kapıları onlara açıktı... Tabii bir zamanlar dünyanın üzerinde uçuşan birkaç yüz binden sadece birkaç yüzü kendine bir yuva buldu. Burada insanlar gülüyor ve eğleniyor. Savaşı düşünen yok. "Non vi si pensa, quanto sangue costa." Ah, ne kadar da akıllı şu umursamazlar! Nasıl da biliyorlar güzelin güzelini, en iyinin en iyisini bulup ortaya çıkarmasını! En son koruyucu kaleleri olan St. Moritz güneşli kış günlerinde ne de güzel ve gizem dolu ışıldıyor! Hiçbir kötülük ve tehdit, her türlü kabalık buraya adım bile atamaz. Burada kış parıltı, güneş aydınlık, ışık da coşku ve berrak... Burada her şeyin üzerinde, kendi dünyalarında duruyorlar, bütün dertlerden çok uzak. Avrupa'nın bütün ülkelerine kandan bir bataklık gibi yayılmış o sonsuz hüznün nefesi buraların berrak havasına ulaşamıyor. Burada onların, umursamayanların, yaşamı tehlikede değil. No vi si pensa...
Fakat bana biraz komik gelmiyor da değil. Her şey bir maskaralığı andırıyor, yetişkinler çocuklar gibi oynuyor.Herkes çok neşeli, çok şık da giyinmişler, pahalı giysiler seçmişler, hepsi de rengârenk, insanın gözleri yanıyor onlara bakarken, bir panayır yerini andırıyor burası, bir maskeli baloyu anımsatıyor. Çok gürültülü, çok neşeli, çok küstah. Hiç kimse Avrupa'nın başka yörelerinde olup biten dehşeti düşünmek bile istemiyor. Bu insanlar pırlantalarıyla ve mühürlerindeki soyluluk simgeleriyle gurur duyuyor, neşeyle gülüyor; onlar hiçbir şeyi umursamıyor, onlar çok gururlu... Tangolu akşamüstü çayları, Soirées dansantes, maskeli balolar, tenis maçları... Burada ne isterlerse var. İtalya'dan ve Fransız Rivyerası'ndan getirilmiş çiçekleri satan dükkanlar, pastaneler ve parfümeriler..! Rüzgârların dünyanın dört bir köşesine savurmuş olduğu o büyük 'kardeşler topluluğu'nun buraya toplanmış yedi canlı üyeleri yaşamlarında alıştıkları hiçbir şeyden kaçınmıyor. Oturuyorlar hep bir arada akşamüstü toplantılarında, flört edip neşeyle gülüyorlar, Tango melodileriyle dans ediyorlar.
Ah, savaş nerede? Nerede alt üst olmuş dünya? Vals, çaydan sonra hafif bir vals... Ve gülüşmeler, birbirini süzmeler. Vatanları yok hiçbir şeyi umursamayanların, gelmişler bir yerlerden buralara. Onların cephelerde ölen babaları, kardeşleri, eşleri yok. Dudaklarının hafif gülümsemesinden belli, onlar her şeyin dışındalar, sadece günü gün etmek çabasındalar…Bir vals başlar başlamaz omuzlarını şöyle bir kaldırıyorlar, hoşlarına gitmeyen bir şey oldu mu, canları sıkıldı mı, hafifçe gülümseyerek onu unutmak istiyorlar. Burada dertli yok! Kahkahalar ve müzik. Non vi si pensa... İnsan bir an için dostlarını düşünüyor, şu sıra bir yerlerde karlarda yatan, ölümü bekleyenleri, bürolarına kapanmış, dosyalar dolusu kağıtlarla uğraşanları da. Avrupa kentlerinin hüzünlü varoşlarını, oralarda yaşan yaşlı kadınları ve üzgün çocukları da... Bizler için, kahkahalar atarak, üzerlerinde komik giysiler karlı yamaçlardan aşağı kayan bu insanlar adına utanmaktan başka çare yok… Ve yürek, o bütün dünyanın sevincini, mutluluğunu özlüyor, sadece kendi mutlu olursa utanıyor. Umursamazlıktan nefret ediyor, fakat hüzünlü olmaktan da. Çünkü biliyor hüzünlenmenin kimseye bir yararı olmadığını. Coşkulu insanların arasında tek başına kalıyor ve onların neşesini özlüyor. Pırıl pırıl bu doğanın ve soğuk yüreklerin ortasında kendini çok yalnız hissediyor...
Oturuyorlar fraklı beylerle dekolteli hanımlar tavanları yüksek balo salonunda. Pırlantalar göz kamaştırıyor, bakışlar süzgün, masada savaş ülkeleri insanlarının düşlerinde göremeyeceği yiyecekler. Her yerde kibarlık, şıklık ve flört. Onlar bir oyun oynarken Avrupa yıkıntılar içinde…"
(Çeviri: Ahmet Arpad)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder